Türkiye’nin Demografisi: VIII

Bu yazı dizisine başladığımızdan beri Türkiye’nin demografisini etkileyen tarihi olayları anlatıyoruz. Birçok dostumuz güncele gelmemizi beklerken, tarihi olayları işlememizi değerlendirmekte zorlandıklarını ifade ettiler.

Şüphesiz kendilerince hakları var.

Ama…

Hiçbir sosyal olay bir anda olup bitmez. Hepsinin hazırlayıcı sebepleri bulunur.

Hatırlayalım: Osmanlı’nın son 200 yılı, Avrupa karşısında “aşağılık kompleksi”ne düşen aydınların, yetersizlikleri ve saçmalıklarıyla harcanmış dönemdir. İlerleyebilmek için, “Avrupa’dan damızlık erkek getirmek” düşüncesi saçmalığın en uç noktasıdır.

Hasta adam”ı öldürmek ve mirasını paylaşmak isteyen Batı, Osmanlı’nın kurucu-asli unsuru dışlayan merkezini ele geçirmeye çalışmış; etnik kökenleri kışkırtarak devletin parçalanması için ellerinden ngeleni yapmışlardır.

Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te kurulmuş ve öncesi olmayan bir vakıa değildir. Cumhuriyeti kuranlar Osmanlı aydınları-askerleridir ve Osmanlı’nın hem kurumlarını, hem de iyi-kötü geleneklerini almışlardır. Cumhuriyeti kuran kadroların içerisinde Atatürk, silah ve dava arkadaşlarından daha ileri bir vizyona sahiptir. Millî kimlik ve millî devlet idealinin peşindedir.

Prof. Dr. Salim Cöhçe, 11 cumhurbaşkanımızdan sadece üçü (Atatürk, Celal Bayar, Cevdet Sunay) Türk asıllı olduğunu öne sürmektedir. Cöhçe’ye göre, Abdullah Gül de Türk soyundan geldiğini ifade etmiştir. Keza, Yıldırım Akbulut’tan (Başbakanlığı 1989-1991) beri Türk asıllı başbakan; Cevdet Sunay’dan (Genelkurmay Başkanlığı 1960-1966) beri genelkurmay başkanı gelmediğini de iddia etmektedir. Salim Cöhçe’nin tespiti çok çarpıcıdır: “Gayri millî unsurlar tüm devlet kurumlarımız içerisinde yer almışlardır. Buna TSK da dahildir.” [1] Eski Türk Tarih Kurumu eski başkanı Yusuf Halaçoğlu, “AKP Hükümetinin (İlk dönemlerinde) Bakanları arasında sadece iki Türk Bakan sayabildim. İçlerinde Yahudisine kadar var. Bu belgeleri Cumhurbaşkanı’na da verdim. Ama Cumhurbaşkanı, ‘bunlar ortaya çıkarsa ortalık alt üst olur’ dedi” demiştir.[2]

Hemen belirtelim ki, konferansın yapıldığı dönemde (2009  yılı) genelkurmay başkanı olan Hüseyin   Kıvrıkoğlu Paşa (Yörük-Türkmen asıllıdır), Genelkurmay başkanı olup (1998-2002) ABD ziyareti yapmayan tek komutandır.

Devletin tepesi böyle Osmanlı bürokrasisi gibi olunca, sonuçların da benzemesi kaçınılmaz olmuştur.

İkinci Dünya  Savaşı sonrası Batı blokuna yakınlaşmamız, NATO’ya girişimiz ve 60 yıldır gerçekleşmeyen AB serüvenimizin etkisiyle Batı’dan gelen her öneriye açık oluşumuz, Osmanlı’dan daha kötü bir şekilde parçalanmaya doğru sürüklenmemize sebep olmuştur.

Osmanlı’dan beri, yüzyıllardır beraber olduğumuz etnik gruplara ait kardeşlerimiz, 20. Asrın başından beridir ayrı dil, ayrı kültür, ayrı devlet hayalleri kurmaya başlamışlardır.

Atatürk zamanında kontrol altında kalan bu faaliyetler, çok partili sisteme geçildikten sonra siyaset sahnesine de girmişler ve lobiler oluşturmuşlardır. Çok dillilik, çok kültürlülük başlıklarıyla yapılan dayatmalar sonucunda, her bir etnik grup için filolojik olarak, ortak dil-lehçe oluşturulmasına kolaylık sağlanmıştır.

Kimse inkâr etmesin. Son 40 yıldır yapılan uygulamalarla, ortak Kırmanço, Arap ve diğer lisanlar yaratılmaya çalışılmaktadır.

Bu tutum, devletin ve milletin bekası açısından FELAKETTİR.

Eğer Türk milleti için Bekadan bahsedilecekse, tartışılması gereken husus budur.

Devam edeceğiz.

[1] Prof. Dr. Salim Cöhçe, Emperyalizm kıskacında Türkiye (konferans), Türk Ocağı Konferans salonu, Samsun. Kasım 2009.

[2] http://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=664846156872184&id=153278541362284