Teo-stratejiler ve Türkiye: I

İnançlar, bu mücadelenin zaman zaman geçmişte sebebi, günümüzde ise en yaygın silahlarından biridir.  Bu yazı serimizde, Türkiye ve Türk Dünyası’nı hedef alan, dine dayalı uluslararası stratejik uygulamaları inceleyeceğiz.

Teoloji kelime anlamı olarak “Tanrı bilimi-ilahiyat” demektir. Kelimenin kökeni, eski Yunanca’da “Tanrı” ve “bilim” anlamlarına gelen “theos” ve “logos” tan gelmektedir. Teo-strateji terimi, “insanların dinlerini-inançlarını kullanan uluslararası stratejiler”i kapsar.

Hemen belirtelim, “evrensel hükümler” içerdiği iddia edilen “semavî dinler” dahi, uygulamada, toplumlara göre değişkenlikler gösterebilmektedir. Bu ifademizin dayanağı, kutsal kitaplardaki emirleri anlamakta ve yorumlamaktaki farklılıklardır.

Öncelikle vurgulayalım ki semavî dinlerin sayısı kesin olarak bilinmemekte; ancak belirli kesimler tarafından Hz. Davut’un ümmeti, Musevîlik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkla sınırlanmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’de Hıristiyanlık, Musevilikle beraber anılan (benzer tutulan) Sabîlik ve Mecusilikten hiç bahsedilmediği gibi; semavi dinler arasında diyalogdan bahsedenler tarafından, -sırf  Türk oldukları için- Türk Ortodoks Klisesi de yok sayılmaktadır. Daha da acısı kendi ülkemiz de bu tutuma çanak tutmaktadır.

Diğer Semavî dinlere gelince:

Hz. Davut ve Zebur’a inananlar, Musevîlik ve Hıristiyanlık içerisinde erimiş durumdadırlar. O kadar ki doğrudan Zebur’u bulmak oldukça zordur. Yahudilikte Teilim olarak anılan Zebur, Musevilerin kutsal kitaplarından Tannah’ın bölümlerinden biridir. Davud Mezmuru Hz Davut ve Hz. Süleyman tarafından yazılmış ilahi formunda 150 şiirdir. 151. kısım Zebur'a sonradan eklenmiştir ve Yahudilerce kabul edilmez.

Musevîlik, yaklaşık 3500 yıllık geçmişe sahiptir. Kutsal kitapları Tevrat olup; Musevî mistiklere göre, Tevrat'ta bulunan tüm bilgilerin Tanrı tarafından peygamber Musa tarafından yazdırılmıştır.

Musevîlik-Yahudilik, her ne kadar soya bağlı-millî din olma iddiasında ise de gerçekte değişik halklardan Musevi inancına bağlanan kişilerden oluşmaktadır. Üç temel gruptan oluşmaktadır: Aşkenazlar, Sefaradlar, Karaylar (Karaimler)

Tüm dünyada sayıları 15 milyon civarında olan Musevilerin % 90’ı, kökenleri Orta ve Kuzey Avrupa’da bulunan Yahudilere dayanan Aşkenazlar’dır. Yaklaşık % 9 kadarı kökenleri İspanya Yahudilerine dayanan Sefar5radlar, çok az bir kısmı da Türklüklerini hâlâ muhafaza eden Karaimler’dir.

Yahudilerin, Ortadoğu jeopolitiğindeki kritik durumları (yaklaşık 300 milyonun üzerindeki Arap nüfus arasında 15 milyon), Türkiye üzerinde açıkça oynanacak oyun için uygun olmadığından sıcak ilişkiler içerisinde bulunmayı tercih etmektedirler. Arapların her fırsatta gösterdikleri düşmanca tavıra karşı İsrail zaman zaman beraber hareketlerde bulunmaktadır. Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’ın yanında yer alması; Arapların ve İranlıların aleyhte tutumlarına karşın verdikleri bu destek, Türk kamuoyundan İsrail’e karşı bir sempati doğmasına sebep olmuştur. Kamuoyumuzda birçok kişi, -günümüzde- İsrail’in, din kardeşlerimiz (?) Araplardan daha dostça davrandığını kabul etmektedir.

İsrail’in bu tutumu, Aşkenaz Yahudilerinin en azından bir kısmının Hazar İmparatorluğu zamanında Museviliği benimseyen Türklerden geldiği teziyle kuvvetlendirilmek istenmektedir. İsrail derin devleti desteğinde olan bu tür söylemler, ciddiye alınmayacak kadar yüzeyseldir. Zira Türk milleti, -İslamiyet hariç- hangi dini kabul ederse etsin, milli kimliğini korumuştur. Kabul ettiği tüm dinlerin kutsal kitaplarını Türkçeye çevirmiş; ibadet ve dualarını Türkçe yapmışlardır. Bu noktada Musevi Türklerin günümüzdeki temsilcileri Karaimler (Karaylar)dır. (Toplam nüfuslarının 10.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Ancak bu dostluk kalıcı olmayacaktır…

Yahudilerin, inançlarının bir parçası olarak, Arz-ı Mev’ud (vaad edilmiş topraklar) peşinde oldukları ve bu nihai hedeflerinden asla vaz geçmeyecekleri de bir gerçektir. Günümüzde esen ılık rüzgarlar geçicidir; er geç Türkiye ile İsrail karşı karşıya gelecektir.

Musevilikle ilgili bir diğer husus, din değiştirmiş gözüken kripto Yahudiler ve ilgili, kuruluşlardır. Bunların içerisinde, Kafkasya’da değişik topluluklar içerisinde yaşayan Dağ Yahudileri (Mizrahiler-Yuhurimler), Kürt Yahudileri (başta Barzani ailesi), Masonlar ve alt kuruluşları Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir.

Hıristiyanlara gelince…

Türk milleti tarih boyunca hiçbir dini toplulukla, Hıristiyanlarla savaştığı kadar savaşmamıştır.

Öncelikle Hıristiyanlık, temelinde semavi din olmasına karşılık, öğretilerinde tüm diğer inançlardan ve kültürlerden izler taşımaktadır. Kutsal kitapları olan İncil, Kur’an-ı Kerîm’de bahsedildiği üzere Hz. İsa’ya vahy edilen İncil değildir.

Öncelikle Hz. İsa’nın yaşamı üzerinde durmak doğru olacaktır.

Hz. İsa, 32 veya 33 yaşında Yahudi Hahamları baskıları sonucu Romalılar tarafından katledilmiştir. Babasız doğduğu bilinmektedir. (Bilinenin aksine, Eski Yunan’da tek tanrılı inancı yaymaya çalışan Orpheus ve Kur’an-ı Kerîm’de semavi dinler arasında sayılan Mecusiliğin kurucusu Zerdüşt’ün de babasız doğdukları bilinmektedir.) Peygamber öncesinde yaklaşık 10 yılı bulan ve Hindistan’a kadar uzanan seyahati vardır. Her ne hikmetse Hıristiyan teologlar bu konulara girmekten kaçınmaktadırlar.

Peygamberlik süresi 2,5-3 yıldır. İncil bu sürede vahy olunmuş ve havariler arasında gizli kalmıştır. Yazılı ilk İncil örnekleri Hz. İsa’nın ölümünden yaklaşık 45 yıl sonra kaleme alınmışlardır. Daha sonra, Havariler ve onlardan sonraki Hıristiyanlar, kendi hatıralarını da ekleyerek yüzlerce İncil yazmışlardır. İlk 300 yıl içerisinde ortaya yüzlerce İncil çıkmış; paralelinde “teslis” (Baba, Oğul, Ruh-ül Kudüs) ve karşı çıkanlar (Hz. İsa’yı insan-peygamber kabul edenler) arasında çekişmeler başlamıştır.

MS 325 yılında toplanan İznik Konsülünde, Bu gün kabul edilen dört İncil (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna) temel kabul edilmiş; diğerleri yasaklanmıştır. Ancak izleyen asırlarda yeniş eklemeler-birleştirmelerle sayısız İncil ortaya çıkmıştır.

Türklük-Hıristiyanlık mücadelesi, yaklaşık 1000 yıldır devam eden bir süreçtir. Bu zaman diliminde Hıristiyanlar, kutsal kabul ettikleri toprakların Müslümanların elinden alınması göstermelik amacı ile Türklerle savaşmışlardır. Hıristiyanların gözünde Türklük ve İslâmiyet özdeşleşmiş; diğer Müslüman topluluklar (Araplar ve Farslar) ya sessiz kalmayı tercih etmişler veya Türkleri arkadan vurmuşlardır.

20. yy’dan itibaren bu savaş “merkez-çevre” teorisine uygun olarak uzaktan kumandalı-piyon devletler vasıtasıyla yürütülmektedir. Yöntem, Müslüman devletler içerisinde kalbi ve beyni Hıristiyanlar’a satılmış kişi ve kadroların yönetimlere getirilmesidir.

Bu amaçla kullanılan vasıtalar, misyonerler, batıda eğitilmiş Müslüman liderler ve sivil toplum örgütleridir.

Devam edeceğiz…