Teo-stratejiler ve Türkiye: VI

1980 Darbesi’nden sonra gelen iktidarlar zamanında, Türk Devlet politikalarında köklü değişiklikler olmuştur. Acıdır ki, bunların çoğunluğu olumsuz yöndedir ve devletin temel ilkelerini tahrip etmiştir.

Büyük ve kalıcı devlet olmanın en önemli ilkesi (yazılı olan veya olmayan) kurallara bağlılıktır. Bu açıdan bakıldığında tarih içerisinde BÜYÜK (UZUN ÖMÜRLÜ) TÜRK DEVLETLERİNİN KURALLARA BAĞLI OLARAK YAŞADIKLARI; kuralları terk ettikleri zaman yıkıma uğradıkları görülmektedir.

Kişilere (Kağan’a- Sultan’a) bağlı olarak olarak kurulan ve çok geniş coğrafyalara hâkim olan devletlerin kısa sürelerde yıkılmalarının sebebi devlet ilkelerinden uzaklaşmalarıdır. Bilinen dünyanın 1/2’sine sahip olan Cengiz Han Devleti’nin (Kuruluşu 1206), 1227’de parçalanarak yıkılması, Fatih Kanunnamesi’nin 16. yy sonlarında değiştirilmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğunun yıkıma gitmesi, tarihin kaydettiği en büyük askerî dehalar arasında sayılan Nadir Şah’ın kurduğu devletin 59. yılda yıkılması, bu görüşümüzün kanıtlarıdır. Nispeten küçük bir devlet olan Karamanoğulları Beyliği ise Türkçü politikalar izleyerek 222 yıl yaşamış ve başka bir Türk Devleti (Osmanlılar) tarafından yıkılmıştır.

Kısaca özetleyecek olursak: Türk tarihinde 3 lider çağları aşan öngörüye sahiptir ve kurdukları devletler uzun ömürlü olmuştur/olacaktır. Oğuz Kağan (Bilgi noksanlığı olabilir), Fatih ve Atatürk.

Atatürk’ün en büyük eseri Cumhuriyet’tir. İlkeleri devletimizin yazılı olan ve olmayan temel taşlarıdır. Bu sebeple devletimizi ve milletimizi istemeyenlerin (tüm teo-stratejilerin) ilk hedefleridir.

1980 darbesiyle başlayan değişiklikler, bir yandan Türk insanın temel dünya görüşlerini ve değer yargılarını bozarken; diğer yandan milletimizin homojen yapısını ve uluslararası hukukun bir parçası olan “hâkim kültür”- “hâkim unsur” yapısını tahrip etmeye yönelmişlerdir.

Son 45 yılda ortaya çıkan sonuçlar şunlar olmuştur:

- Türk insanı, “errızku kaalallah” ve “ tevekkel-tü tealallah” inançlarından uzaklaşmıştır.

- Kısa yoldan ve ne pahasına olursa olsun “köşeyi dönme” inancı yaygınlaşmıştır. “İşini bilen memur”lar artmıştır.

- Toplumumuzda “şehit kanlarının, verilen tazminatların ve hatta işe alınacak akrabaların” pazarlığı-tartışması yapılır hale gelmiştir.

- Bilgiye ulaşmanın kolaylığı karşısında diyanet mensupları ve teolojiyle iştigal edenler yetersiz ve çağın gerisinde kalmışlardır. Toplumumuz ciddi anlamda (tehdit denebilir) deizme ve ateizme kaymaktadır.

- Sosyolojinin temel kurallarının aksine, ölü kültürler-inançlar saptırılarak canlandırılmaya çalışılmaktadır.

- Kültürel yozlaşma en üst düzeydedir.

-Toplumsal dengenin en önemli unsurlarından olan “AYIPLAMA” ARTIK SUÇ OLMUŞTUR. Her türlü rezillik “kişisel hürriyet”, her türlü ayıplama veya ikaz, “KİŞİSEL HAKLARA MÜDAHALE”dir.

- Yıllardır pompalanan “lüks hayat” özlemi, “ısraf ekonomisi”ni hızlandırmıştır.

Ve bunların hiç birisi doğal-sosyal (kendi şartları içinde) gelişme, tesadüf veya çağın getirdiği değildir.

Batı’nın Türkiye ve Türkler hakkındaki temel görüşü: “Türkiye’nin Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke olduğu” ve “Sosyal yapısı (kültür ve inanç) yıkılmadıkça, asla yıkılamayacakları” yönündedir.

1980’den beri, yıkım hareketi strateji değiştirerek hızlanmıştır. Artık hedef, üniter yapının yıkılması, çok kültürlülük-etnisite-inanç bazlı ayrışmanın sağlanmasıdır.

Bu amaçla, aslî unsurun içerisinde milli kültürün parçalarını oluşturan ve tarih boyunca  hiçbir zaman milletleşememiş olan gruplar kışkırtılarak ayrılıkçı hareketlerin doğmasına zemin hazırlanmıştır.

Bu çalışmalar, din birlikteliği olan Müslüman gruplarda etnisite üzerinden yürütülürken; tarihte bu coğrafyada bulunan ve halen çok izleri kalmış olan diğer dinlerin mensupları için, “yeniden canlandırma” yönüne gidilmiştir. Bu konuda da en önde gelen gruplar Hıristiyan olan Ermeniler ve Rumlar olmuştur. (Hemen belirtelim, Müslüman gruplar da mezhep ve tarikat farklılıkları sebebiyle dış güçlerin kontrolüne girmişlerdir. İlerleyen bölümlerde bu konuya döneceğiz.)

Etnisite-misyonerlik ilişkileri konusunda dikkati çeken bir tespit, etnik ayrımcıların içinde (bilhassa yönetim kadrolarında) kripto Hıristiyanların çokluğudur. Gerçekten de ayrılıkçı hareketlerin elebaşlarının neredeyse tamamı Osmanlının son döneminde veya İstiklal Savaşı yıllarında Müslüman olmuş gözüken Hıristiyanlarla kan bağına sahiptir. Bunların bir kısmı kendilerini Kürt-Zaza Alevisi olarak göstermişlerdir. Ancak son yıllarda, açıkça Hıristiyanlıklarını ifade edenlerin ve hatta kimliklerine Hıristiyan yazdıranların sayıları artmaktadır.

İçinde bulunduğumuz yıllarda, “kişisel özgürlükler” olarak görülen ve bazı kesimlerce hoş karşılanan bu durum, Osmanlı’dan beri devam ede gelen “devşirme”lerin yeterince devşirilemediklerinin kanıtı olduğu gibi; “çocuklarımız ve torunlarımızın Türkiye’si” için muhtemel risk kaynakları olacaktır.

Kur’an-ı Kerîm’in bazı ayetlerinin okunmasından rahatsız olan Hıristiyanların istekleri karşısında söz konusu ayet(ler)i yok sayanlar; olmayan cemaatlerin metruk veya (kendileri tarafından) kapatılmış teolojik kurumlarına (Heybeliada Ruhban Okulu, Sümela Manastırı, Ahtamar Kilisesi gibi) restorasyon uygulayarak canlandırmaya çalışmaktadırlar.

Sümela Manastırı’nda 2010 yılında düzenlenen ilk ayine ise toplam 500 kadar Ortodoks Hıristiyanın katıldığı; bu yıl yapılan ayine katılımın ise tahmini 100’ü bile bulmadığı görülmüştür. Trabzon’da ikamet eden yerli-yabancı Hıristiyan cemaati ise yaklaşık 300 kişiden oluşmaktadır. Kendilerine Santa Maria Katolik Kilisesi hizmet vermektedir.

Bu şartlar altında iken, Sümela Manastırı’nın restorasyonu için yaklaşık 20 milyon dolar harcanmıştır.

Birileri, Sümela Manastırı’nın turizme katkısından bahsedebilir.

Trabzon’a  2024’ün il 9 ayında 648.510 yabancı turist gelmiş. Körfez ülkelerinden 507.662 kişi ile ilk sırada bulunuyor.  Asya ülkelerinden 87.668, Avrupa ülkelerinden 27.999, Afrika ülkelerinden 9.732, Amerika’dan 3.446, Avustralya’dan 986, Kuzey Amerika’dan 237 ve Güney Amerika’dan 8 kişi ziyaret etmiş.

Sümela Manastırı'nı Ocak-Eylül 2024'te 395.994 kişi (yerli-yabancı) ziyaret etmiş.

2023 yılında ise İranlılar başta olmak üzere Van’ı 700 bin kişi ziyaret etti. Bunların yaklaşık 600.000’i İranlılardı.  2024’ün ilk 6 ayında ise 431.938 İranlı Van’a geldi ziyaret etti. En çok ziyaret edilen mekan 170.000 kişi ile Akdamar Adası oldu.

Akdamar Kilisesinin restorasyonu için 2 milyon dolar civarında para harcamıştık.

Görüldüğü üzere restoresine milyonlarca dolar harcadığımız Hıristiyan dinî mekanların Batı dünyası için, Turistik çekiciliğinden bahsetmek zordur.

Amaç ve beklenti nedir derseniz?

Alınız bir örnek:

Fener Rum Patriği Bartholomeus (300 yıldır kapalı olan KİN KAPISINI açmayan kişidir), 2018’de Karadeniz Gezisine çıkar ve Samsun/Bafra’ya kadar gelir. Esençay Mahallesi Kabaçukur mevkiinde bulunan büyük bölümü yıkık haldeki 1908 yılında yapılan Sarı Kilise kalıntılarına çıkar; mum yakıp dua eder.

 O bölgede Hıristiyan cemaat var mıdır? derseniz: Ne gezer.

Kilisenin yıkık 3 duvarından başka bir kalıntı eser var mıdır? Yoktur.

Kilisenin tarihi önemi var mıdır? İşte tüm esrar bu sorunun cevabındadır.

Sarı Kilise, I. Dünya ve İstiklal Savaşları sırasında Rum eşkiyaların toplandıkları, barındıkları üs görevini yapmıştır. O bölgedeki tüm Türk-Müslümanların katlinde rolü vardır.

Bartholomeus’un kutsadıkları-dua ettikleri ırz düşmanı-katil, Rum-Ermeni eşkiyalarıdır.

Bizim devletimizi idare edenler, Patriğin bu ihanet kokan hareketine, Heybeliada Ruhban Okulunun açılışına yeşil ışık yakarak cevap verirler.

Milli refleks gençlerimizde gelir. (https://www.brthaber.com/bafrada-ki-kiliseye-turk-bayragini-diktiler)

Vâr olsunlar.

Devam edeceğiz.