Hayal Ve Gerçek
Hayal Ve Gerçek
Çocuk olduğum yıllarda yaz tatilinde rahmetli babam bizi köye götürürdü.
Çocuk olduğum yıllarda yaz tatilinde rahmetli babam bizi köye götürürdü.
Köyümüzün tam karşısında heybetli bir dağ vardı. Dağın hemen eteğinde sanki dağın yavrusu gibi görünen bir tepe vardı. Köyde olan yaşıtlarımla baktığımda dağın eteğinde olan tepenin zirvesinde ağaçlık bir yer gözümüze çarpardı. Uzaktan tepenin zirvesine baktığımızda tırmanması kolay bir yermiş gibi gelirdi bize.
Köyde olan yaşıtım dört arkadaşımla anlaştık. Sabah erken saatlerde kalkıp tepenin zirvesine çıkacak ve zirvede olan ağaçlık yerde piknik yapacaktık. Bir gün sonra sabahın erken saatlerinde dört arkadaş köyde bir araya geldik. Çıkınlarımızı sırtladık, tepenin zirvesine çıkmak için yürümeye başladık.
Köyden baktığımızda zirveye kolay ulaşılacakmış gibi görünen yerin tepeye yaklaştığımızda tırmanılacak kısmın çok da masum bir yükseklikte olmadığını gördük. Yola koyulmuştuk bir kere dönüş yoktu. Herkes birbirinin yüzüne bakıyor ve içlerinden şu cümleler geçiyordu. “Keşke biri vaz geçse de köyümüze geri dönsek ve bu eziyetten kurtulsak.” Kimse ilk cayan olmak istemiyordu. Şayet ilk cayan olduğunda köyde arkadaşlarının yanında madara olmaktan korkuyorlardı.
Tepeye tırmanmaya başladığımız da yorgunluğumuz daha da artmaya başladı. Her adımımız bir önceki adımdan daha zor oluyordu. İlk başlarda saate bir mola verirken mola süremiz yarım saate bire düştü. Mola arası da bir o kadar uzadı. Her mola verdiğimiz yerde oturduk ve manzarayı seyrettik. Yüksekte olduğumuz için manzara daha net ve daha güzel görünüyordu. Yukarıdan aşağıya baktığımızda aşağıda yürüyen insanlar karınca gibi görünmeye başladı. Onlar bizim gördüğümüz güzel manzarayı göremiyorlardı. Ama her şeyinde bir bedeli vardı. Biz tepenin sırtlarından ovanın güzel manzarasını görmek için bedel ödüyorduk. Acı çekmeden bir şey kazanılmıyordu.
Molalar bittiğinde tırmanmaya devam ediyorduk. Zirve yolculuğunda zirveye yaklaştıkça yorgunluğumuz katlanarak artıyordu. Yükseklere her çıkışımızda verdiğimiz molada manzara daha da güzel görünüyordu. Uzakları daha rahat görmeye başlıyorduk. Ovada sadece bizim köy var sanıyordum ama civarlarda başka köylerin olduğunu da gördüm.
Yerde yürürken kafamı kaldırdığımda gökyüzünde süzülen kartalları, şahinleri, atmacaları görürdüm. Şimdi ise o kartalları gene görüyordum ama kafamı kaldırmama gerek olmadan görüyordum. Hemen göz hizamda süzülürken görüyordum. Artık öyle bir yere gelmiştim ki kartalın süzülerek gördüğü yerleri bende kendi gözlerimle görmeye başladım. Birden benden yaklaşık on metre uzaklıkta çalılar arasında bir hışırtı duydum hemen oraya baktım. Arkadaşlarımın da dikkatini çekti hışırtı. Ayaklandık, korktuk, ben çalılara bir taş attım. Atan taştan korkan yılan başka bir çalıya doğru kaçmaya başladı. Zirveye az kalmıştı. O zaman siyah kıvrıla kıvrıla giden yılana baktım korkmuştum. O an okulda öğrendiğim Cenap Şahabettin’in sözü aklıma geldi. “Yükseklerde kartallarda olur, yılanlarda kimi süzülerek ve uçarak geliyordu kimi de sürüne sürüne.”
Zirveye tırmanıyorduk ama zirve ye ulaşmak için kat ettiğimiz yol bir türlü bitmiyordu. Sırtımızdaki çıkınlar tırmandıkça bize daha da ağır gelmeye başladı. Hatta sırtımdaki çıkını atıp çıkının ağırlığından kurtulmak istedim. Ama tepenin zirvesine yaklaştığımda aç kalırım diye atmaktan vaz geçtim. Tırmanmaya devam ettik. Nasıl telefonların şarjı kırmıza gelince sinyal zayıflıyor konuşma zorlanıyorsa, bizimde enerjimiz kırmızıya yani son noktaya geldi. Sıcak bir yandan yorgunluk bir yandan takatimiz kalmadı.
Sonunda zirvedeki ağaçları gördük. Ağaçları görünce bize takviye bir enerji geldi. Yolun sonunu görmüştük. Bilgisayar oyunlarında oyuncu kazandığı birçok puanın karşısında nasıl bonus bir can alıyorsa bizde ağaçları görünce bize takviye bir enerji geldi. O enerji bize sanki bir ilaç gibi etki etti. Zirveye asılmaya başladık. Tırmandık ta tırmandık, sonunda ağaçlık alana geldik. Ağaçlık alana geldiğimizde hepimiz yerlere devrildik.
Hepimizin göyüs kafesi hızlı hızlı inip inip kalkıyordu. Aldığımız oksijen ciğerlerimize yeterli gelmiyor daha çok oksijen almaya ihtiyaç duyuyorduk. Yarım saat yattığımız yerden kalkamadık. Kendimize geldiğimizde etrafımıza baktık, uzaklarda keçi sürüleri otluyordu. Ama çoban ortalıkta yoktu.
Zirveye ulaşmıştık yorgunluktan açlığımızda unuttuk. Meraktan zirveyi dolaşmaya karar verdik. Zirveden hemen yanında dağa baktık daha heybetli görünüyordu. Dağ sanki tepemize yıkılacakmış gibi görünüyordu. Sonra köyümüze baktık köyümüz ise küçücük görünüyordu. Ova da birkaç köy vardı. Ovadaki alanda tarlalar sanki bir evin zeminin de olan farklı renkte parke taşları gibi görünüyordu. Sarı, yeşil, açık yeşil, açık sarı.
O gün köyüme ve ovaya yüksekten bakıyordum. Yüksekte idim ve her yere hakimdim.
Zirvede süzülerek uçan kartal yerdeki bir tavşanı rahatça görebiliyor ve pike yaparak tavşanı yakalayabiliyordu. İnsanlarda aynıydı. Gece gündüz çalışan, gezen, okuyan, öğrenen, öğrendiğini kullanan insanlar zirveye yükseliyor ve ufku genişliyordu. Öngörüleri yükseldiği için çok uzakları görebiliyor ve ona göre tecrübe sahibi oluyordu.
Zirvede iken yükseklerde olmak yüreğime işledi. Yerde iken etrafıma baktığımda gördüğüm yollar çıkmaz sokaklarla dolu gibi gelmişti. Ama buradan baktığımda o sokakların çıkmaz sokak olmadığını daha rahat görmeye başladım.
Başarılı olmak için zorlu bir süreçten geçmek gerektiğini anladım. Tıpkı tepeye tırmanmak gibi. Köyümden çıktığım tepeye baktığımda çok güzel ve tırmanmanın kolay olduğunu düşünmüştüm. Ama işin içine girdiğimde bu işin ne kadar zor olduğunu anladım. Ama bu işin içine girmesem zirvenin ne olduğunu anlamayacaktım. Tepenin zirvesinden köyüme baktım köyüm küçücük kalmış, sonra kafamı çevirdim tepenin hemen yanındaki dağa baktım sanki üzerime yıkılacakmış gibi bana bakıyordu. Köyde iken tepeye tırmandım oradan dağa tırmanırım demiştim. Dağa tırmanmaktan vaz geçtim. Dağa bakınca korktum hiçbir şey göründüğü gibi değil. Ama ömrüm boyunca da şunu düşündüm. “O DAĞIN ZİRVESİNDE ACABA DÜNYA NASIL GÖRÜNÜYORDU.” Bu merak ve çözülmediğim soru, ben son nefesimi verene kadar kafamın bir tarafında kalacaktı.
Dört arkadaşla tepenin çevresini gezdikten sonra yorgunluğumuz bir nebze olsun azaldı. Getirdiklerimizi yemek için çıkınlarımızın başına gittik. Bir de ne görelim etrafta olan keçiler çıkınlarımızı ağızları ile açmışlar içinde ne var ne yok hepsini yemişler. O gün şu dersi aldım. Zirveye çıktığında kazancın olacak elbette ama kazancına sahip çık, yoksa etrafta çok kişi var. Bu insanların tek amacı, zirveye çıkarken kazandıklarını kapmak.
Gerçekler çok zorlu bir yolu bize gösteriyor. İçinde acı var sıkıntı var. Hayal çok tatlı, sınır yok ulaşamadığın yerlere hayal kurarak ulaşıyorsun. Hayaliniz sizin hayatınızı süsler. Hayalinizde sıyrılıp gerçeklerle yüzleşmek istiyorsanız uyanmak gerekiyor. Acı gerçeğin çarkında ezilmeyi göze almanız gerekiyor. Yoruluyorsunuz, terliyorsunuz, perişan oluyorsunuz yeri geliyor çevrenizde kimse kalmıyor.
Hayallerinize ulaşmak için çabaladığınız mücadele yavaş olabilir. Ama çaba ve sabır olmadan hedefe ulaşılamıyor. Hedefe ulaşmak için geçtiğiniz zorlu yollarda yorulursanız dinlenin ve arkanıza bakın ne kadar yükseldiğinizi gördüğünüzde sizde şaşıracaksınız.
Uzaklıkları hayal edebilirsiniz, uzaklıklar da bilinmeyen yerler çekici ve gizemli gelebilir. Tıpkı benim köyden dağın eteğindeki tepenin zirvesini hayal ettiğim gibi. Biz yola koyulduk bedel ödedik, zirveye çıktık. Zirvede gördüklerimi ancak bu kadar anlatabildim ama yaşamak çok farklı. Eminim iş hayatını tırnakları ile tırmalayıp çıkan insanlarında zirvede anlatacakları, yaşadıklarının yanında çok az bir kesittir. Zirve anlatılmıyor yaşanıyor. Ama dikkat edin bizim yaptığımız hatayı yapmayın. Biz çıkınları bırakıp zirvenin rehavetine kapıldık. Zirvede gezindik, gezinirken de çıkınlarımızın içindekilerini keçilere kaptırdık. Sizde gün olur zirveye çıkarsanız aman dikkat emeklerinizi bir başkasına kaptırmayın.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.