Vizyon Kuyumcu

Türk Devleti Ve Feodal Kabileciler: I

Gündem 06.02.2025 - 14:17, Güncelleme: 06.02.2025 - 14:17
 

Türk Devleti Ve Feodal Kabileciler: I

Bu devlet BİZİM; yarası olan gocunsun! Milliyetlerin oluşumu açısından Dünya tarihine baktığımızda, en eski milletler olarak Türkleri ve Çinlileri görmekteyiz.

Hatta bu iki milliyetin birbirlerinden etkilendikleri ve bazı Türk topluluklarının Kuzey Çin’i ele geçirerek hakimiyet kurdukları ve günümüzdeki HAN SÜLALESİNİ OLUŞTURDUKLARI bilinmektedir. Han Sülalesi ile diğer Çinliler arasındaki antropolojik farklılığın kaynağı da budur. Avrupa’daki milliyetlerin başlangıcı için her ne kadar 1789 Fransız ihtilali gösterilse de, milliyetin oluşumunun başlangıcı 1534’te İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin kuruluşuna kadar uzanmaktadır.  Zira o zamana kadar –Katolikliğin yoğun baskısına rağmen- ortak bir dini kimlik oluşturamayan Avrupa’da, -izole bir ada krallığında kendine Hıristiyanlık yorumu yapan- grup ortaya çıkmıştır. Bu hareket coğrafi izolasyonun da etkisiyle İngiliz milliyetinin çekirdeğini oluşturmuştur. Günümüz Avrupa’sındaki devlet-milliyetlerin çoğunda milliyet kavramı yerine coğrafi adlandırılmasının sebebi de milliyet şuurunun yeterince gelişmemesidir. Macar-Bulgar-İngiliz-Fransız-Alman-Yunan-İtalyan-İspanyol kimliklerine karşı, Portekizli-İsveçli-Norveçli-Finlandiyalı-Polonyalı-İsviçreli-Hollandalı gibi coğrafi tanımlamaların sebebi, milliyetlerin yeterince oluşmaması ve suni (feodal kökenli) devletlerin oluşmasıdır. Amerika’daki devletlerin hiç birinde milliyetten bahsedilemez. Çünkü  ABD’de dahi tamamı coğrafi kökenli kimlik tanımlamalarıdır. Milliyetleri oluşturan “hakim kültür-hakim dil ve nüfus” açısından yetersiz kalmaktadırlar. Orta Doğu, Kafkaslar başta olmak üzere Osmanlı-Türkiye Cumhuriyetinin etki sahalarındaki topluluklarda milliyet şuuruna erişmiş tek grup Türklerdir. Farslılar (İranlılar) hem nüfus olarak hem de toplumsal kabuller olarak henüz dinî kimlik aşamasını geçememişlerdir. 350 milyonluk Araplar henüz  dini kimlik aşamasını tamamlayıp “büyük devlet” olamamışlardır. Yine İbn-i Haldun’dan nakledelim: “İslam’ın, şeriat hü­kümlerine göre ve toplumun görünen ve görünmeyen çıkarlarını gözeterek idare etme işini onların arasında nasıl yeşerttiği gerçeği ortadadır. Devleti bu şekilde yöneten halifeler arka arkaya gelmiş ve işte o zaman devletleri ve hakimiyetleri büyük bir güce ulaşmış­tır…. Daha sonra Araplardan bazıları devletten koptular, dini ihmal ettiler, siyaseti (devlet idare etmeyi) unuttular ve yaşamakta oldukları çöllere geri döndüler. Böylece adil olana itaat edip bağlanmaktan uzaklaştıkları için, devlet idarecileriyle olan asabiyet durumlarını unuttular ve eskiden olduğu gibi çöllerde başlarına buyruk yaşamaya başladı­lar. Onlar için hükümdarlık ve devlet (sahibi olmaktan) geriye, sadece halifelerle aynı soydan olmaktan başka bir şey kalmadı. Halifelik de ellerinden gidince, iktidarları tamamen ortadan kalktı ve acemler onlara galip gelip hâkim oldular. Böylece hükümdarlık ve siyaseten habersiz, tekrar çöllerdeki badiyelerinde ikamet etmeye başladılar.” Arap-İsrail-ABD ilişkilerine bakınca: İbn-i Haldun’a hak vermemek mümkün değil. Zira, Sosyolojik açıdan milliyetin oluşması aileden başlayıp soy (baba tarafı), sop (ana tarafı), ok (aşiret)-kabile-kabileler federasyonu-devlet-büyük devlet (imparatorluk)- DİNİ KİMLİK- MİLLİ KİMLİK aşamalarından geçer. Büyük devletin en önemli özelliklerinden birisi de komşu ve akraba kültürlere sahip çıkarak kendi içerisinde eritmesidir. Tüm bu aşamalar sağlandığında yeterli nüfusun bulunması ve korunması halinde milliyetler oluşur. Türk kimliği tarihin en eski kimliklerinden birisi; belki de birincisidir. Devlet ve Büyük devlet aşamalarını Orta Asya’da GÖKTANRİ inancı etrafında birleşerek aşmıştır. Batı Göktürklerden sonra Batı’ya akarken TÜRK KİMLİĞİNE sahiptir. İslâmiyet’in kabulü kolay olmamıştır. Kabul edilen İslâm’ın Türk inancı, örfü, adetleriyle harmanlanmış şeklidir. Bu sebepledir ki Türk’ün Tanrı-İslâm-ahlak anlayışları ile Arab’ın Allah-İslâm-ahlak anlayışları arasında köklü farklar bulunmaktadır. İşte bu sebeptendir ki İslâm, Göktanrı inancının yerini alarak Türk milliyetini oluşturan önemli bir faktör olmuştur. Ancak Batı Türklüğünün sosyolojisinde eleştirilmesi gereken hususlar da bulunmaktadır. Aradan geçen 1000 yıllık süreç içinde, dinî kimlik, milli kimliğin yerini o kadar almıştır ki, merkezi Türk olmayanlar işgal ederken, Türk ve Türkmen kökenliler çevrede kalmışlar ve olay merkez-çevre çatışmasına kadar varmıştır. Osmanlılar döneminde bilhassa Fatih ve özellikle Yavuz’dan sonra en üst düzeyde yaşanan bu uzaklaştırmalar ve çatışmalar, Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir. Bu olumsuzluk, 1950’den sonra, siyâsîlerin kişisel menfaat uğraşıları, yabancı devletlerin (dış güçler) kışkırtmaları ve bürokraside yerleşen milli şuur eksikliği bulunan bürokratların basit menfaat hesapları yüzünden tekrar gündeme gelmiştir. O kadar ki, bazı üst düzey makamlar için TÜRK kökenli olmak başlı başına olumsuz faktör olarak kabul edilmiştir. Bu cümleden olarak Türk tarih Kurumu eski Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun ifadesi dikkat çekmektedir: "Bakanlar Kurulunda kaç Türk var, sayacak olursam 2 isim var. Onun dışında sayamam. İçlerinde Yahudi'ye kadar var. Bunun dışında en az 500.000 kripto var bunları köy köy, ev ev biliyorum. Bunu Cumhurbaşkanına da sundum. Kendisi, 'Fakat bunları duyurursam ortalık alt üst olur Hocam' dedi.” Keza dile getirilmeyen ancak siyâsî-bürokratik-medya çevrelerinde yoğun olarak konuşulan bazı konular var. Dönme kanı taşıyan cumhurbaşkanı, Musevi kökenli genelkurmay başkanı- son 20 yılda yeni atanan valiler içerisinde Türk kökenli olanların sayısındaki azalma- Atatürk’ün uyguladığı kritik bölgelere atanan üst yöneticilerdeki şart vasıfların göz ardı edilmesi gibi…. Şurası kesin: Günümüzde Osmanlıcılar seslerini yükselterek açık açık bağırıyorlar ve Atatürk’e ve Atatürkçülere saldırabiliyorlarsa bunun zemini  1950’den beri hazırlanmıştır. 1960’lardaa kurulan fakat sonra kapatılan dini inançlı (Alevî-Bektaşî) parti buna örnektir. Daha sonra kurulan sünni inançtaki partilerin ülkeyi getirdikleri nokta da ortadadır. 1950’den günümüze ne değişmiştir? 1960’ların Birlik Partisi kapanmış; 1970’lerin Selamet-Nizam-Refah Partileri takıyyeler yaparak varlıklarını devam ettirmiş; 2001’de “Ermenilere azınlık diyorlar, onlar Türkiye’de azınlık falan değil kardeşim. Onlar bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı. Hiç olmazsa onlar kendi ana dillerinde eğitim yapabiliyorlar. Biz kendi ana dilimizde eğitim yapabiliyor muyuz? Gürcüler, Çerkezler kendi ana dillerinde eğitim yapabiliyorlar mı?” diyerek İstanbul Emniyetinde Kafkas kökenli yapılanmaya giden Kazım Abanoz, istifa mecburiyetinde kalmıştı Günümüzdeki etnik-dinî kökenli ayrımcı hareketlere çanak tutanlar-destek olanlar ise ya oy almak için etnik kimlikleri istismar ederek ayrımcılığa zemin hazırlayan siyâsîler veya onların kanatları altına sığınmış bürokratlardır. Devam edeceğiz…..
Bu devlet BİZİM; yarası olan gocunsun! Milliyetlerin oluşumu açısından Dünya tarihine baktığımızda, en eski milletler olarak Türkleri ve Çinlileri görmekteyiz.

Hatta bu iki milliyetin birbirlerinden etkilendikleri ve bazı Türk topluluklarının Kuzey Çin’i ele geçirerek hakimiyet kurdukları ve günümüzdeki HAN SÜLALESİNİ OLUŞTURDUKLARI bilinmektedir. Han Sülalesi ile diğer Çinliler arasındaki antropolojik farklılığın kaynağı da budur.

Avrupa’daki milliyetlerin başlangıcı için her ne kadar 1789 Fransız ihtilali gösterilse de, milliyetin oluşumunun başlangıcı 1534’te İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin kuruluşuna kadar uzanmaktadır.  Zira o zamana kadar –Katolikliğin yoğun baskısına rağmen- ortak bir dini kimlik oluşturamayan Avrupa’da, -izole bir ada krallığında kendine Hıristiyanlık yorumu yapan- grup ortaya çıkmıştır. Bu hareket coğrafi izolasyonun da etkisiyle İngiliz milliyetinin çekirdeğini oluşturmuştur.

Günümüz Avrupa’sındaki devlet-milliyetlerin çoğunda milliyet kavramı yerine coğrafi adlandırılmasının sebebi de milliyet şuurunun yeterince gelişmemesidir. Macar-Bulgar-İngiliz-Fransız-Alman-Yunan-İtalyan-İspanyol kimliklerine karşı, Portekizli-İsveçli-Norveçli-Finlandiyalı-Polonyalı-İsviçreli-Hollandalı gibi coğrafi tanımlamaların sebebi, milliyetlerin yeterince oluşmaması ve suni (feodal kökenli) devletlerin oluşmasıdır.

Amerika’daki devletlerin hiç birinde milliyetten bahsedilemez. Çünkü  ABD’de dahi tamamı coğrafi kökenli kimlik tanımlamalarıdır. Milliyetleri oluşturan “hakim kültür-hakim dil ve nüfus” açısından yetersiz kalmaktadırlar.

Orta Doğu, Kafkaslar başta olmak üzere Osmanlı-Türkiye Cumhuriyetinin etki sahalarındaki topluluklarda milliyet şuuruna erişmiş tek grup Türklerdir. Farslılar (İranlılar) hem nüfus olarak hem de toplumsal kabuller olarak henüz dinî kimlik aşamasını geçememişlerdir. 350 milyonluk Araplar henüz  dini kimlik aşamasını tamamlayıp “büyük devlet” olamamışlardır.

Yine İbn-i Haldun’dan nakledelim: “İslam’ın, şeriat hü­kümlerine göre ve toplumun görünen ve görünmeyen çıkarlarını gözeterek idare etme işini onların arasında nasıl yeşerttiği gerçeği ortadadır. Devleti bu şekilde yöneten halifeler arka arkaya gelmiş ve işte o zaman devletleri ve hakimiyetleri büyük bir güce ulaşmış­tır….

Daha sonra Araplardan bazıları devletten koptular, dini ihmal ettiler, siyaseti (devlet idare etmeyi) unuttular ve yaşamakta oldukları çöllere geri döndüler. Böylece adil olana itaat edip bağlanmaktan uzaklaştıkları için, devlet idarecileriyle olan asabiyet durumlarını unuttular ve eskiden olduğu gibi çöllerde başlarına buyruk yaşamaya başladı­lar. Onlar için hükümdarlık ve devlet (sahibi olmaktan) geriye, sadece halifelerle aynı soydan olmaktan başka bir şey kalmadı. Halifelik de ellerinden gidince, iktidarları tamamen ortadan kalktı ve acemler onlara galip gelip hâkim oldular. Böylece hükümdarlık ve siyaseten habersiz, tekrar çöllerdeki badiyelerinde ikamet etmeye başladılar.”

Arap-İsrail-ABD ilişkilerine bakınca: İbn-i Haldun’a hak vermemek mümkün değil.

Zira,

Sosyolojik açıdan milliyetin oluşması aileden başlayıp soy (baba tarafı), sop (ana tarafı), ok (aşiret)-kabile-kabileler federasyonu-devlet-büyük devlet (imparatorluk)- DİNİ KİMLİK- MİLLİ KİMLİK aşamalarından geçer. Büyük devletin en önemli özelliklerinden birisi de komşu ve akraba kültürlere sahip çıkarak kendi içerisinde eritmesidir.

Tüm bu aşamalar sağlandığında yeterli nüfusun bulunması ve korunması halinde milliyetler oluşur.

Türk kimliği tarihin en eski kimliklerinden birisi; belki de birincisidir. Devlet ve Büyük devlet aşamalarını Orta Asya’da GÖKTANRİ inancı etrafında birleşerek aşmıştır. Batı Göktürklerden sonra Batı’ya akarken TÜRK KİMLİĞİNE sahiptir.

İslâmiyet’in kabulü kolay olmamıştır. Kabul edilen İslâm’ın Türk inancı, örfü, adetleriyle harmanlanmış şeklidir. Bu sebepledir ki Türk’ün Tanrı-İslâm-ahlak anlayışları ile Arab’ın Allah-İslâm-ahlak anlayışları arasında köklü farklar bulunmaktadır.

İşte bu sebeptendir ki İslâm, Göktanrı inancının yerini alarak Türk milliyetini oluşturan önemli bir faktör olmuştur.

Ancak Batı Türklüğünün sosyolojisinde eleştirilmesi gereken hususlar da bulunmaktadır. Aradan geçen 1000 yıllık süreç içinde, dinî kimlik, milli kimliğin yerini o kadar almıştır ki, merkezi Türk olmayanlar işgal ederken, Türk ve Türkmen kökenliler çevrede kalmışlar ve olay merkez-çevre çatışmasına kadar varmıştır.

Osmanlılar döneminde bilhassa Fatih ve özellikle Yavuz’dan sonra en üst düzeyde yaşanan bu uzaklaştırmalar ve çatışmalar, Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir. Bu olumsuzluk, 1950’den sonra, siyâsîlerin kişisel menfaat uğraşıları, yabancı devletlerin (dış güçler) kışkırtmaları ve bürokraside yerleşen milli şuur eksikliği bulunan bürokratların basit menfaat hesapları yüzünden tekrar gündeme gelmiştir.

O kadar ki, bazı üst düzey makamlar için TÜRK kökenli olmak başlı başına olumsuz faktör olarak kabul edilmiştir.

Bu cümleden olarak Türk tarih Kurumu eski Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun ifadesi dikkat çekmektedir: "Bakanlar Kurulunda kaç Türk var, sayacak olursam 2 isim var. Onun dışında sayamam. İçlerinde Yahudi'ye kadar var. Bunun dışında en az 500.000 kripto var bunları köy köy, ev ev biliyorum. Bunu Cumhurbaşkanına da sundum. Kendisi, 'Fakat bunları duyurursam ortalık alt üst olur Hocam' dedi.”

Keza dile getirilmeyen ancak siyâsî-bürokratik-medya çevrelerinde yoğun olarak konuşulan bazı konular var.

Dönme kanı taşıyan cumhurbaşkanı, Musevi kökenli genelkurmay başkanı- son 20 yılda yeni atanan valiler içerisinde Türk kökenli olanların sayısındaki azalma- Atatürk’ün uyguladığı kritik bölgelere atanan üst yöneticilerdeki şart vasıfların göz ardı edilmesi gibi….

Şurası kesin: Günümüzde Osmanlıcılar seslerini yükselterek açık açık bağırıyorlar ve Atatürk’e ve Atatürkçülere saldırabiliyorlarsa bunun zemini  1950’den beri hazırlanmıştır. 1960’lardaa kurulan fakat sonra kapatılan dini inançlı (Alevî-Bektaşî) parti buna örnektir. Daha sonra kurulan sünni inançtaki partilerin ülkeyi getirdikleri nokta da ortadadır.

1950’den günümüze ne değişmiştir?

1960’ların Birlik Partisi kapanmış; 1970’lerin Selamet-Nizam-Refah Partileri takıyyeler yaparak varlıklarını devam ettirmiş; 2001’de “Ermenilere azınlık diyorlar, onlar Türkiye’de azınlık falan değil kardeşim. Onlar bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı. Hiç olmazsa onlar kendi ana dillerinde eğitim yapabiliyorlar. Biz kendi ana dilimizde eğitim yapabiliyor muyuz? Gürcüler, Çerkezler kendi ana dillerinde eğitim yapabiliyorlar mı?” diyerek İstanbul Emniyetinde Kafkas kökenli yapılanmaya giden Kazım Abanoz, istifa mecburiyetinde kalmıştı

Günümüzdeki etnik-dinî kökenli ayrımcı hareketlere çanak tutanlar-destek olanlar ise ya oy almak için etnik kimlikleri istismar ederek ayrımcılığa zemin hazırlayan siyâsîler veya onların kanatları altına sığınmış bürokratlardır.

Devam edeceğiz…..

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.