İslâm Kardeşliği imiş….
İslâm Kardeşliği imiş….
Adı konmamış istilâ hareketiyle karşı karşıya kalan Türkiyemiz’de, “Arapların kardeşimiz oldukları, onları kendimizden kabul etmemiz gerektiği” her ortamda,- ve bilhassa camilerde, mescitlerde- tekrarlanıp duruyor.
Adı konmamış istilâ hareketiyle karşı karşıya kalan Türkiyemiz’de, “Arapların kardeşimiz oldukları, onları kendimizden kabul etmemiz gerektiği” her ortamda,- ve bilhassa camilerde, mescitlerde- tekrarlanıp duruyor.
Hemen belirteyim, kanında karışıklık olmayanların çoğunluğu için bu sözler pek anlam ifade etmezse de, Kur’an ve İslâm tarihi açısından bazı gerçeklerin bilinmesinde yarar vardır.
Hemen belirtelim ki, bu yazıda Arapların Türk ve Osmanlı’ya ihanetlerine değinmeyeceğiz. Ne karnı deşilip şehit edilerek mide-barsaklarında altın aranan askerlerimizden, ne Doğu Akdeniz’de Yunanlılarla işbirliği yapan Arap ülkelerinden, Ne Türkistan’daki, kardeşlerimizim hakları karşısında Çin’in yanında yer alan Arap ülkelerinden, ne de Azerbaycan karşısında Ermenileri destekleyen Filistinlilerden, ne de Suriye-Irak’ta yapılan güvenlik harekatlarında protesto edenlerden bahsetmeyeceğiz.
Dayanaklarımız ve örnekleyeceğimiz konular Kur’an-ı Kerîm, sünnet ve Hadis olacaktır.
Kur’an-ı Kerîm’de, Maide Suresi 27-32 ayetlerde Hz Adem’in oğulları, Habil ve Kabil’den bahsedilir. Ayetlerin mreali şöyledir.:
“Onlara Âdem’in iki oğlunun başından geçen ibret verici şu gerçeği anlat: Onlar Allah’a birer kurban takdîm etmişlerdi de birinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kıskanıp: “Seni mutlaka öldüreceğim” deyince, öteki şu cevabı vermişti: “Allah ancak takvâ sahiplerinin ibâdetini kabul buyurur.”
“Sen beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, Âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.”
“Doğrusu ben isterim ki, sen hem benim günahımı hem kendi günahını yüklenesin de ateş ehlinden olasın. Zâlimlerin cezası işte budur.”
“Nihâyet nefsi onu kardeşini öldürmeye sürükledi; onu öldürdü de mahvolup gidenlerden oldu.”
“Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermesi için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Kãtil bunu görünce: “Yazıklar olsun bana! Şu kargadan daha bilgisiz, daha mı âcizim ki, kardeşimin cesedini nasıl ortadan kaldıracağımı bilemedim” diye dövündü ve pişmanlığa düşenlerden oldu.”
“İşte bundan dolayı İsrâil oğulları için şu hükmü koyduk: “Bir cana kıymanın veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmanın cezası olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” Şüphesiz peygamberlerimiz onlara apaçık deliller, mûcizeler getirdiler. Ne var ki, bütün bunlardan sonra onların pek çoğu hâlâ yeryüzünde taşkınlık yapıp durmaktadırlar.”
İlk Peygamber Hz Adem’in iki çocuğu arasındaki kardeşlik ilişkileri böyle ve biri lanetlenmiş iken; günümüzde tüm Müslümanların aynı olduğunu söylemek mümkün müdür?
Nisa 92-93’de Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “Bir mü’minin diğer bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Fakat yanlışlıkla olabilir. Kim yanlışlıkla bir mü’mini öldürürse, cezası, mü’min bir köleyi azat etmesi ve ölenin ailesine diyet ödemesidir. Ancak ölenin ailesi bağışlarsa, diyet ödemesi gerekmez. Şâyet ölen mü’min olmakla birlikte size düşman olan bir kavimden ise, öldürenin cezası, sadece mü’min bir köleyi azat etmesidir. Eğer öldürülen kişi, aranızda anlaşma bulunan kâfir bir kavimdense, o takdirde ceza, ölenin ailesine diyet ödemesi ve mü’min bir köleyi azat etmesidir. Bunları yerine getirmek için yeterli imkânlara sahip olamayan, bunun yerine peş peşe iki ay oruç tutmalıdır. Allah bu cezaları, yanlışlıkla adam öldüren kimsenin tevbesini kabul etmek için koymuştur. Allah, hakkıyla bilen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.”
“Bir mü’mini kasten öldürenin cezası ise, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için pek büyük bir azap hazırlamıştır.”
Keza Isra 33’te buyurmuş ki: “Haklı bir gerekçeye dayanmaksızın, öldürülmesini Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, onun velisine hakkını arama yetkisi vermişizdir. Fakat o veli de, artık öldürmede ileri gidip Allah’ın belirlediği sınırı aşmasın. Çünkü kendisine verilen bu yetkiyle zâten gerekli yardım yapılmıştır.”
BU HÜKÜMLERE GÖRE, Şer’an, TÜRK MİLLETİ OLARAK ARAPLAR’DAN KISSAS HAKKIMIZ VARDIR. (Bilhassa Suud ailesi ve Şerif Hüseyin’in soyundan)
“İslâm Kardeşliği”, sosyal bir kurum olarak tarihte ilk kez Hicret sonrasında Medine’de kullanılmıştır. Keza o dönemde “Muhacir-u Ümmü Kays” terimi de İslâm Kardeşliği ile bağlantılıdır.
Şöyle ki:
En koyu Arap severlerimizin bile zikretmekten kaçındığı nakille: Hicretle beraber Medine’ye gelen muhacirlerin sıkıntılar çekmeleri üzerine Medineli Müslümanlar, dayanışma (?) içine girerek, bağ-bahçelerden bir kısmını muhacirlere verdiler. Dahası, çok sayıda (birden fazla) hanımı olanlar bazılarını boşayarak muhacirlerle evlenmelerini sağladılar.
Bu konu, Muhammed Hamidullah’ın, “İslâm Peygamberi” isimli kitabında, aynen şöyle anlatılmaktadır: “Abdurrahman ibni Avf’ın başından geçen bir başka ilginç olay da şudur: Anlaşmalı (İslâm) kardeşi kendisine şöyle demişti: İşte servetim. Onların yarısını sana veriyorum; iki hanımım var, senin seçeceğin birini hemen boşayayım ve sen onunla evlen.”
Olayın Mekke’de, “Medine’ye gidenlere kadın ve bağ-bahçe veriyorlarmış.” şeklinde duyulması üzerine, Mekke’nin tüm işsiz-güçsüz ve aylak takımı Medine’ye hicret etmeye başladılar. Bir süre sonra durumun Peygamber Efendimiz’e anlatılması üzerine, “Ameller, niyetlere göredir.” meâlindeki hadîsi söylemiştir.
Peygamber Efendimiz’in Medine’ye hicret etmesi üzerine, Mekke’yi terk edenler arasında. Ümmü Kays adında bir kadın da vardır. Kendisine aşık olarak, evlenmek isteyen bir erkeğe, “Müslüman olup hicret etmezsen seninle evlenmem” demesi üzerine, onunla evlenmek için hicret eder ve Medine’de evlenirler. Bu kişiye daha sonraları, “Muhacir-u Ümmü Kays” lakabı takılmıştır.
Karı-kız veya mal-mülk için Müslüman olanlara da “kardeşimiz” mi diyeceğiz?
Peygamber Efendimiz’in, “gözüm görmesin” (Hadistir Ama din adamlarımız anlatmaktan imtina ederler) dediği kişiler de bizim kardeşimiz mi olacak?
Hind binti Utbe, Mekke’nin ileri gelenlerinden zengin bir tüccar olan Ebu Süfyan’ın eşidir. Müslüman olmadan önce Uhud Muharebesi’nde peygamberin amcası Hamza’yı Vahşi isimli köleye öldürtmesi ve ciğerini yemesiyle bilinir. Daha sonra Müslüman olmuştur. Oğlu Muaviye, Emevîlerin ilk halifesidir.
Vahşi de daha sonra -Hz. Muhammed’in İslâm’a girenleri affettiğini duyunca- Müslümanlığı kabul ederek sahabiler arasına katılmıştır. Vahşî’den amcasını nasıl şehit ettiğini anlatmasını isteyen Peygamberimiz, onu dinlerken büyük bir teessüre kapılmış ve her ikisini “gözüm görmesin” diyerek yanından uzaklaştırmış; bir daha yüzlerine bakmamıştır.
Aklıma takılıyor: Kâbil’in, Hind’in, Vahşi’nin soyundan gelenler de bizim din kardeşimiz mi oluyor.
Evet diyenlere cevabım, ÖNCE KISSAS İSTİYORUZ. Sonra, Efendimizin muhteşem Hadisi (sünneti) ile olacaktır: “GÖZÜMÜZ GÖRMESİN”
latılmaktadır: “Abdurrahman ibni Avf’ın başından geçen bir başka ilginç olay da şudur: Anlaşmalı kardeşi kendisine şöyle demişti: İşte servetim. Onların yarısını sana veriyorum; iki hanımım var, senin seçeceğin birini hemen boşayayım ve sen onunla evlen.”99
Olayın Mekke’de, “Medine’ye gidenlere kadın ve bağ-bahçe veriyorlarmış.” şeklinde duyulması üzerine, Mekke’de tüm işsiz-güçsüz ve aylak takımı hicret etmeye başladılar. Bir süre sonra durumun Peygamber Efendimiz’e anlatılması üzerine, “Ameller, niyetlere göredir.” meâlindeki hadîsi söylediği bilinmektedir.
Her iki anlatım şekli de İslâm tarihi açısından sıkıntılar doğurmaktadır.
Birinci anlatımda bahsedilen, “Ümmü Kays’ın aşığı” da ashabdandır.
Öte yandan, sahih olmadığı konusunda yaygın kanaat olmasına rağmen yakın zamâna kadar her cuma-bayram hutbelerinde tekrarlanan hadîste buyurulmuştur ki: “Ashâbım gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.”
Akla takılan soru şudur: Ümmü Kays’ın peşinde
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.