Kime sorsanız geçmişin özlemiyle doludur. Bazen de geleceğin özlemini çeker insanlar.
Yaşadıklarınızın yeri ayrı ama ya hiç yaşamadıklarınızı özlediğiniz oldu mu?
Bir hayalin peşinde koşmak mesela yoksunluk ya da sizde olmayanı elde etmek gibi görülse de aslında bir özlemdir.
Evet, insan gördüğünü özler. Görülmeyen nasıl özlenir ki, denildiğini duyar gibiyim.
Yaşanmamışlıklar da hayal ediliyor. Gerçekçi hayaller de yaşanma ihtimali yüksektir. O yüzden özleme girer diye düşünülebilir.
Peki ya en çok özlediğiniz nedir?
Kaybettikleriniz mi, bir daha yaşanması mümkün olanlar mı, önceden varlığına alışıp da şimdi olmayanlar mı?
Bana sorarsanız insanlar en çok kendini özler. Dünü ya da yarını özlemek de makul bir seçenek olsa da insan kendini daha çok özler.
Önceki halini, gençliğini, eskiden olduğu kişiyi ya da değişmemiş halini özler. Diğer yandan da değiştiremediği kendini de. Çünkü her zaman olmak istediğiniz bir kişi vardır. O yüzden değil midir hayat koşturmacasında bu kadar yorulmak.
Kendimizle barışık olmadığımız sürece de daha çok özleriz önceki ve sonraki kendimizi.
Kendimizi olduğu gibi kabul etmekle başlanılabilir barışmak. Kendisi ile barışık olanların da dünyayla derdi olmaz.
Kendimize seçtiklerimiz kıyafet seçmek kadar basit de değildir. Kişiliğimizin bir parçası olacağını kabul ettiklerimizle yaşayacak olan yine kendimiziz.
Pişmanlıklarımızı, hatalarımızı, eksiklerimizi telafi ve kabul etmekle başlar kendimizle barışmak.
Kendisiyle barışan insan geçmişteki kendisini bırakır ve olmak istediği kişiye doğru yol alır.
En çok kendinizi özlemenizin sebebi de aslında budur. Anda asılı kalmışsınızdır. O halinize dönmek veya gelecekteki istediğiniz halinizi yaratmak istersiniz.
Kendisi ile yüzleşen insan her zaman gelecekteki benliğini inşa eden insandır.
Başka insanlar, başka eşyalar veya sahip olun şeyler değildir özlenen. Bunların size yaşattığı duygulardır. O yüzden o duyguyu yaşayan halinizi istersiniz.
O yüzden de özlenen sadece yine sizsinizdir.