Bu günkü Gürcistan tarih-etnografi ve coğrafi olarak en az 4 temel bölgeye ayrılabilir. Dahası, bu bölgelerde çok fazla sayıda ve küçük nüfuslar halinde topluluklar yaşamaktadır.
Kartvel Bölgesi, Acaristan, Abhazya, Güney Osetya. Toplam nüfus 3.8 milyondur.
Bu topluluklar kaynaşıp; ortak bir milli kimlik halinde birlik olmaktan çok uzaktır. Gerçi tüm nüfus bir araya gelse bile milliyet oluşturmaya yetmez.
Gürcistan’da resmi dil Kartli adı verilen Gürcücedir. Abhazya’da Abhazca resmi dildir. Öte yandan her etnik grup kendi dillerini konuşmaya devam etmektedir. Gürcüce’nin değişik lehçeleri yanında, Azerbaycan-Acara (Batum-Kıpçak)- Ahıska- Tatar Türkçesi, Megrelce, Svanca, Lazca, Kabarday lehçesi, Musevîlerin kendilerine has dilleri kullanılmaktadır. Öte yandan Türkiye’ye göç eden Acaralar kendi aralarında Çveneburi adını verdikleri lehçeyi kullanmaktadırlar.
Dil ve soy birliği gelişmemiş Gürcü toplumunda milli kimlik gelişmediğinden dinî kimlikler ön plana çıkmakta; Müslüman olanların, Hıristiyan olanlardan ayrıldıkları açık olarak görülmektedir. Türk kökenli olan Türk- Kuman-Acara-Oğuz- Azerî kimlikleri ile nüfusun yaklaşık ¼’ünü oluşturmaktadır.
İstiklal Savaşı yıllarında, Moskova anlaşmasını imzalamaktan dönen Dr. Rıza Nur, Batum’dan bahsederken- “Bizde Acaralara Gürcü derler. Burada bunlara Gürcü derseniz size kurşun atarlar” demektedir.[1] Keza, kendisini İngilo Gürcüsü olarak tanımlayan bir yazar, bir Acara’ya sorduğu “Sen Gürcü müsün?” sorusuna, “Uy Allah etmesin. Biz Müslümanız” cevabını almıştır.[2]
Musevî olanların ise geniş ölçüde Hıristiyan topluluklarla iç içe yaşadıkları ve birbirlerine gen geçişlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu cümleden olarak, Orta Doğu’da, Musevi (Yahudî) gruplarda çok görülen G,I,K,J haplo gruplarının Kartvellerde de yüksek oranda görülmesi dikkatleri çekmektedir.
Gürcistan’da Türkler
Tarihin çok eski dönemlerine kadar uzanmakla Kafkasya’da Türk izlerinin yanında, Gürcistan Kıpçakları 12.yy’da bölgeye gelen Atrak(a) Han’a dayanmaktadır.
Güneyden ve güney Batı’dan gelen Müslüman orduları (sonraları Selçuklular) tarafından sıkıştırılan Gürcü Kralı IV. David, kayınpederi olan Kıpçak Hanı Atrak(a)’dan yardım istemiştir. 1109'da Gürcistan’a ilk gelen Kıpçaklar, Kartli'ye (Bu günkü Tiflis ve civarı) yerleştirilmişlerdir. Daha sonra merkezden uzak bölgelere; tarihi ismiyle Teo-Klarceti olan günümüz Artvin Ardahan, Kars ve Erzurum’un kuzeyi ile Acarya Özerk Cumhuriyeti’nin bulunduğu bölgelere yerleştirilmişlerdir. Gürcü tarihçileri tarafından “ESKİ KIPÇAKLAR” olarak anılan bu grubun yanında, yaklaşık 80 yıl sonra tekrar bir göç dalgası daha olmuştur ki, bu grup da YENİ KIPÇAKLAR” olarak kaydedilmiştir. Mamafih yeni Kıpçakların büyük kısmı geri dönmüşlerdir. Günümüzde Acaralı veya Ahıskalı olarak anılan kişiler Eski Kıpçakların torunlarıdır.
Tarihi belgeler, Atrak(a) Hanla birlikte bölgeye gelen Kıpçakların sayısı hakkında farklı bilgiler vermekle beraber; genel kanı olarak 40.000-45.000 savaşçıdan (Türk ailesi) bahsetmektedir. Bu rakam olarak (her aileyi 7-8 nüfus saydığımızda) yaklaşık 300.000 kişiye tekabül eder.
Kaba bir hesaplama ile:
O dönemlerde 5 milyon olan Anadolu nüfusu günümüzde 85 milyona ulaştığına göre, günümüzde 18 milyon olan Kafkasya’nın nüfusu –göçler de dikkate alınarak-, o dönemlerde 1-1.5 milyon civarında olmak gerekir. Gürcü nüfusu da -aynı kıyaslama ile- en fazla 500.000 civarında olabilir.
Atrak(a) Han’ın Gürcistan’a geldiğinde vaftiz olarak Hıristiyanlığı kabul ettiği; Kral IV. Davit 5000 kadar Kıpçak çocuğunu Tiflis’teki merkezine alıp muhafız alayında istihdam ettiği düşünüldüğünde Bazı Kıpçakların Gürcülerle karışmış olması doğaldır.
Oluşturulan bu askerî güç, Gürcistan'ı bölgedeki en güçlü krallık yapmaya yardım etti. Keza, oluşturulan Kıpçak askerî gücü, komşu Müslüman devletlere karşı başarıyla kullandılar. Dört asırdır Müslümanların yönetimindeki Tiflis, 1122 yılında Kıpçaklar sayesinde Gürcü Krallığının eline geçti.
Büyük Selçuklular dönemindeki bazı savaşlarda, Kıpçaklar, Gürcü Ordusu’nda savaşsalar da sonradan pey der pey Müslümanlığı kabul ederek Anadolu Selçukluları ve Osmanlılarla yakın ilişki içine girdiler.
Cumhuriyet dönemine kadar da sıcak-kardeşçe ilişkiler devam etti.
Taa ki, Stalin’e kadar… Stalin’in, Türkiye’den, “Boğazlarda hak ve Kars-Ardahan-Artvin-Rize’de toprak talebi” SSCB ve Gürcistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Aslında Stalin, “Gürcü kimliğini kabul etmiş Yahudi” asıllı idi. Ölümünden sonra (1953) adım adım yıkılmaya giden Demirperde grubunda Türkiye Gürcistan ilişkilerinde anlamlı bir değişiklik olmamıştır.
1980’den sonra ise…
Kafkasya jeopolitiğinden ve tarihî sebeplerden dolayı, GÜRCÜ MİLLETİNDEN SÖZ EDİLEMEZ. Gürcüler, tıpkı Çerkesler ve diğer kabileler gibi COĞRAFİ bir isimlendirmedir. Müslüman topluluklar ve devletlerle çevrelenmiştir.
Tamamına yakını Müslüman olan bu coğrafyada, tüm komşuları Müslüman olan Ermenistan ve Gürcistan, komşuları ile takışmayı göz alamaz. Artık ne Batı dünyası, ne de Rusya kayıtsız şartsız din taassubu içerisinde bulunamazlar. Zira, Türk Dünyası ve Kafkasya, Araplara benzemez.
Kaldı ki Gürcistan ve Ermenistan’ın dini esaslı bir kimlik savunması-ihracı gibi bir şansı da yoktur.
Buna rağmen Gürcistan kendi sınırları içerisinde dini kimlik esaslı ayırımcılık yapmakta; Müslüman vatandaşlarını (Türkleri) ikinci sınıf olarak görmekte ve bürokratik yapıda yükselmelerini engellemektedir. Türkiye’den bölgeye giden T.C. uyruklu Batum göçmenlerine (Acaralar) zorluklar çıkarmaktadırlar. Kendi devlet politikalarına uymayan vatandaşlarımıza baskılar uygulayarak geri dönmelerine uğraşmaktadırlar.
Halbuki Türkiye’de yanlış bir adlandırma ile “Gürcü” olarak anılanların tamamına yakını Batum-Acaristan kökenli olup Kıpçaktırlar.
Gürcistan’ın yaptığı art niyetli çalışmalar ve devletimizi yönetenlerin kifayetsizlikleri ile siyasîlerimizin hıyanet e kadar uzanabilecek gafletleri, Türkiye için ciddî sorun yaratabilecek hale gelebilir.
Devam edeceğiz.