İlkokul yıllarımdı. O zamanlar hepimiz tek tip kıyafet giyiyoruz. Siyah önlük, beyaz yaka.
Zil çaldı, derse girdik. Sıra arkadaşım sakin kendi halinde bir akranımdı. Babası kapıcıydı, ara sıra annesi okula gelirdi. Annesinin kıyafetine bakınca kıt kanaat geçindiklerini düşünürdüm. Çocuğun annesi gösterişsiz giyinmesine rağmen giydiğini kendine yakıştırırdı. Annesi, asil ve kendine güveni tam bir kadındı. İnsanın özü asil olunca kazancın önemi olmuyordu. Annesinin giysisi teneke olsa altın giymiş zannederdim.
Ders başladı; sıramda kalemim yoktu, çantamın içini aradım yok, ceplerime baktım yok, masamın altına baktım yok, yere baktım yok, kitaplarımın arasına baktım yok, yok, yok… Sıra arkadaşımın olduğu tarafa baktım. Elindeki kalemi gördüm, benim kalemi almış. Çok sinirlendim.
-Kalemimi çalmışsın! Ver kalemi mi. Diye bağırdım.
-Bu kalem benim, hayır senin değil, dedi.
-Hayır sen kalemimi çalmışsın ver kalemi mi, dedim.
Ağlamaya başladım. Ağladığımı gören öğretmenin yanıma geldi. Bana ve sıra arkadaşıma baktı.
-Ne oldu, neden ağlıyorsun. Dedi bana.
-Öğretmenin bu (sıra arkadaşımı parmağımla sanki onun gözüne sokar gibi göstererek ve sıra arkadaşımı parmağımla dürterek) benim kalemimi çaldı. Kalemimi vermiyor, dedim.
Öğretmen sıra arkadaşıma baktı, sıra arkadaşım ürktü ve öğretmenime korkarak cevap verdi.
-Öğretmenim ben bir şey yapmadım. Bu kalem benim kalemim, dedi.
Öğretmenimiz bir ona baktı; bir de bana, ne diyeceğini bilemedi. İkimizde de kızdı. İkimizi de azarladı.
-Sınıfın sükûnetini bozdunuz sessiz olun, dedi.
Sıra arkadaşım bana baktı, bakışlarında bir aşağılama hissettim. O yaşta bana bakarken gözleri ile beni ezdi.
-Al, insanlık bende kalsın, ağlama, al kalemi, dedi.
Sıra arkadaşım elindeki kalemi bana verdi. Bende aldım. O gün sıra arkadaşım hiçbir şey yazamadı. Sadece yazar gibi yaptı.
Kış mevsimindeydik, dersler bitti. Paltomuzu giydik ve evlerimize gittik. Eve geldim, kapıyı abim açtı. Annem mutfaktan seslendi.
-Oğlum hadi gel yemek hazır, dedi.
Paltomu çıkardım, tam vestiyere asacakken paltomun cebimden yere bir şey düştü. Düşen şeye baktım. Benim okulda arayıp ta bulamadığım kalem. Aynı kurşun kalem arkadaşımda da varmış. Yerdeki kaleme baktım ve arkadaşıma yaptıklarımı düşündüm. “Ben nasıl bir insanım, ben neler yaptım.” diye gün içinde yaşadıklarım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti.
Sıra arkadaşım, tatsızlık çıkmasın diye kalemi bana vermişti. Çocuk derste benim yüzümden kalemsiz kalmıştı.
Yere eğildim kendi kalemimi aldım. Çantamı açtım arkadaşımdan zorla aldığım kaleme baktım bir arkadaşımın kalemine baktım birde kendi kalemime. Kendimden utandım. Yetmezmiş gibi bir de sıra arkadaşıma hırsız dedim. Ona gereksiz öfkelendim. O ise cevap dahi vermemişti.
Çok utandım, utancımdan hiç kalem konusunu arkadaşıma açmadım, oda bana bir şey söylemedi. Konu kapandı gitti belki sıra arkadaşım bu konuyu unuttu gitti ama aradan neredeyse elli yıl geçti bu konu vicdanımda hala kapanmadı. Kapanmayacakta.
O kalem belki elli yıl önce vicdanıma bir çizik attı ve o çizik hala kapanmadı. Şimdi soruyorum size sayın okuyucu, arkadaşım kaleminden oldu. Ama ben o kalemin acısını hala hissediyorum. Kim daha çok zararlı çıktı.
Sıra arkadaşımın Ankara’da oturduğu sokağı çok iyi bilirim, sokağın ismi de hala aklımda. Ben oralardan yıllar önce taşındım. Ama ne zaman o sokaktan geçsem gözlerim o çocuğu arar keşke bulsam da ondan zorla aldığım kalemi ona geri versem. Vicdanımın yarasını iyileştirsem.
Onun kalemi gerçekten kılıçtan keskinmiş. Keşke o gün öfkemi uyandıracağıma vicdanımı uyandırsaydım. Ona öfkelenmiştim, öfkem elimde kor bir kömür gibi parlıyordu o an elimin yandığını fark etmemiştim ama zaman geçtikçe kendimi yaktığımı anladım.
Bu yazdığım olay minyatür bir olay gibi görünebilir. Ama bunların büyükleri de var. Yaradan herkese vicdan vermiş, vicdanın yanında akılda vermiş. Eğer aklınızı pusula gibi kullanırsanız doğru yolu bulabilirsiniz. Vicdan size bir şey öğretmez. O size doğuştan verilmiş doğru yolu gösteren parlak bir ışıktır. Aklınızı ve vicdanınızı birlikte kullanmayı öğrenin. Aklınızı pusula gibi kullanırsanız çıkışa varırsınız, vicdanınızda etrafınızı el feneri gibi gideceğiniz yolu aydınlatır. Vicdanınızın sesini dinlemezseniz sadece o ışığı söndürürsünüz. Etrafınız kararır, pusulayı şaşırırsınız. Nereye gideceğinizi bilemesiniz.
Unutmayın; gideceği yeri bilmeyen kişiye hiçbir pusula yardımcı olmaz.