Uzun zamandır siyaset yazmıyordum. Halen de yazmış sayılmam. Ancak son yazdığım yazıda siyasetçilere (özellikle Manisalı Özgür Bey’e yönelik yaptığım çok hafif yorumlardan sonra), beni yeterince tanımayan bazı CHP’lilerden epeyce eleştiri aldım.
Normal karşıladım; şahsım adına asla üzülmedim.
Ama… Devlet adamlığı ve demokrasi konularındaki temel ilke ve anlayışlarımız açısından çokça düşündüm.
Öncelikle bir anımı anlatayım.
Yıllar önce Sn. Kılıçdaroğlu genel başkanlığa seçildiğinde, bir ümit dalgası her yeri kapsamıştı. Hatta o dalga, Sn. Özel’inkinden çok daha büyük idi.
Kılıçdaroğlu’nun bir iki konuşmasını dinledikten sonra, şahsı ile ilgili bazı bilgileri sakladığını veya çarpıtarak ifade ettiğini tespit ettim.
Öğrencilikten arkadaşım olan Amasya’lı rahmetli “Koca Reis Fahri Uzun” ile konuşurken endişelerimi kendisine açtığımda, şiddetle karşı çıkmıştı. Bir buçuk-iki yıl sonra aynı konuyu konuştuğumuzda ise, “Kenan, sen haklı çıktın.” demişti.
Farkımız neydi diye soracak olursanız: benim, “söylenenlerden çok, söylenmek istenenlere ve söylenmeyenlere dikkat” etmem ve araştırmamdı.
….
Sn Özel konusunda da aynı durumdayız. Liseden bir arkadaşım, “Muhalefetin muhalefeti eleştirmesini doğru bulmam” diye yazmış.
Bence hata etmiş. Çünkü ben siyaseten muhalif değilim; çünkü siyasetten uzağım. Milletimin, devletimin, ülkemin zararına olabilecek her konuda ikazda bulunmak asli görevimdir.
Yanılmış olmam mümkün mü? Tabii ki yanılabilirim de….
Bu yüzden eleştirilere açığım...
Ama… (teşbihte hata olmaz) Ülke yangın yerine dönmüş ve musluğu bir bez parçası tıkıyorsa ben onunla ilgilenirim. Çünkü bez parçası değil; bulunduğu yer önemlidir.
Araba devrildikten sonra da yol göstermenin anlamı kalmaz.
…
Mümkün olduğu kadar yumuşak bir ifade ile her hangi bir siyasi etiket taşımadan Sn. Özel ile ilgili endişelerimi ifade etmeye çalışmıştım.
Bir kişi bile, “Manisalı Özgür Bey” ifadesini niçin kullandığımı neyi kastettiğimi sorgulamadı. Buna karşılık, şahsıma yönelik eleştirilerde bulundular. Canları sağ olsun.
Bu bir sosyal psikolojik patolojidir. Gustave Le Bon’un 1895’te “Kitleler Psikolojisi” isimli kitabında bahsettiği durumdur.
Le Bon’un, Schopenhauer’in temel tespitlerine dayanarak analiz yapalım:
Gerek dini kültürümüz, gerek yaşadığımız coğrafya ve gerekse millet olarak devlete bakışımız bizi biat kültürüne itmiştir. Her ne kadar milli kültürümüzde, kurultayların ve hakan seçimlerinin yeri olsa da, Batı’ya göç ve İslâmiyet’in kabulü ile birlikte, yöneticilere mutlak bağlılık (biat) temel davranışımız haline getirilmeye çalışılmış ve oldukça da başarılı olmuştur.
Bu bağnaz tutumun arkasından, lidere mutlak sadakat, her değini kabul etme ve eleştirilmez konuma yükseltme gelmektedir.
Düşününüz, “lidere sadakat namusumuzdur-şerefimizdir” sözü ne kadar tehlikeli ve anlamlar taşıyor.
Kraldan çok kralcı olan nice güruh, dün övdüğü-göklere çıkardığı nice insanı, “Merzifon eşeğine” benzetiyor. “Asla cumhurbaşkanı olamaz diye ilan ettiği kişiye, bir seçim sonrası “tek adayımızdır” diyor. Bir seçimde cumhurbaşkanı adayı olarak destekleyip göklere çıkardığı kişiyi, bir seçim sonrasında “hain” ilan ediyor.
Halen dahi parti başkanı olarak etraflarında yağcı-yalakalardan geçilmeyen kişilerin parti başkanlığından ayrılması veya vefatı halinde arkalarından en ağır eleştirileri yapacak kişiler, bu gün etrafında bulunan en yakınları olacaktır.
Ve bu yeni bir tespit değildir.
Gustave Le Bon, taa 1895’te yazmıştır.
Bir zamanlar, Ecevit vardı, Demirel vardı, Türkeş vardı, Erbakan vardı. Bugün onların yerlerini birileri dolduruyor. (veya doldurduğunu zannediyor)
Onların ilkelerini yaşatmayı bırakın, mezarlarının ziyaretinden bile rahatsız olanlar var. Çocukları, en yakınlar bile onların ilkelerini unuttular.
Siz dostlarım…
Beni ve düşüncelerimi istediğiniz gibi eleştirebilirsiniz. Saygı duyarım.
Ama beni ancak, ikna yoluyla değiştirebilirsiniz.
Çünkü, “düşünmek” insan olmanın şartı.
…
Hem demokrat geçinip hem eleştiriye tahammülsüzlük…
“Bizim karşı olduklarımızı eleştirebilirsiniz ama bizi asla…”
Bu diyenlerin eleştirdiklerinde ne farkı kalıyor? Ellerine imkan geçse, eleştirdiklerinden farklı mı olacaklar? Örnekler meydanda…
Siyasete gelince…
“Bu fırıldak dünya hala dönüyor.” Herkes te onun üzerinde…
Hepimiz o dünyanın üzerindeyiz.
Farkımız eğilmemek, eğilince bir tarafımızın açık kalacağını bilmek.
Bu yüzden:
“Mefkuremiz göklerde dalgalanan bir sancak,
Allah’ın huzurunda eğiliriz biz ancak.”