Vizyon Kuyumcu
Kenan ERZURUMLU
Köşe Yazarı
Kenan ERZURUMLU
 

Terazili Kadının Terazisi: V

Son yazımızı Karakoç’un meşhur şiiri “Hâkim Bey” ile bağlamıştık.   Ne demişti Karakoç: “Gene tehir etme üç ay öteye, Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ. Otuz yıl da babam düştü ardına;  Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.   …..   Oğlumun da oğlu oldu hâkim beğ.”   ….   “Adalet”in yavaş işlemesi veya geç verilmesi oldum olası sıkıntı ve haksızlık sebebidir. Destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu der ki:   “Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir Temele taş bulmak gecikebilir Devlete baş bulmak gecikebilir, Adalet gecikmez tez verilmeli.”   …   Adalet sistemimizde ilke olarak “gecikme”, kabul edilemeyen bir durumdur Yürürlükte olan mevzuatımız, davaların en kısada sonuçlandırılmasını, dava sürecinin bir cezalandırma haline dönüşmesinin engellenmesini ve maddi-manevi mağduriyetin önlenmesini öngörmektedir.   Geliniz mevzuata bakalım ve “hâkim takdir hakkı”na sınırlama getiren hususları inceleyelim:   Anayasamızın 141. maddesi, “âdil yargılanma hakkı”ndan bahsettikten sonra ".... Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir." demektedir.   Keza, Anayasa’nın 36 ncı maddesi ve AİHS’nin 6 ncı maddesine göre devlet, “davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü-adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek bir hukuk düzeni kurmakla sorumludur.”   Dahası: Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" başlıklı 30. maddesi mahkemelerin-hakimler yükümlülüklerini açıkça belirtmiştir: "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."   Dr. Abdullah Çelik, tarafından kaleme alınan ve  2014'te Anayasa Mahkemesi Yayınları tarafından basılan " Adil Yargılanma Rehberi" mahkemeler için yol gösterici olmuştur. Nitekim, Anayasa ve AİHS'e dayanan, "Soruşturma, Kovuşturma veya Yargılama Hedef Sürelerinin Belirlenmesi ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik", 01.09.2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir.   “Hedef süre” veya “makul süre” olarak belirlenen zaman dilimi, “davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların tutumu, ilgili makamların tutumu ve başvurucunun davanın hızlı sonuçlanmasındaki menfaati." gibi kriterlere bağlı olmakla birlikte, 2019 yılı için yapılan bir araştırmada, "hukuk davalarının yüzde 87’si için 1,5 yılın atında, yüzde 13’ü için ise 2 yıla kadar süreler öngörülmüştür."   Açık hükümler taşıyan tüm bu mevzuata rağmen, mahkemelerde uzun dava süreçleri şikâyet konusu olmaya devam etmektedir.   Bunun değişik sebepleri vardır.   En başta gelen sebeplerden birisi taraflardan birinin kötü niyetli olarak davayı uzatma gayretidir. Gereksiz mazeret beyanları, davayı saptırıcı istekler, ertelemeler bu anlamdadır. (Bu paragraf içinde: yaşanan avukat enflasyonu, hukuk eğitimi kalitesinde düşüş ve hizmet içi eğitim-denetim olmaması önemli faktörlerdir.)   Alt yapı ve personel yetersizliği son derece etkili faktörler olmaktadır. Hele ki FETÖ olayından sonra en çok “meslekten ihraçların yaşandığı kurum”un adliye olması, yargının yavaşlamasının sebeplerinde biridir.   Bir diğer sebep de hâkimlerin bilgi ve tecrübe eksikliğidir. Kabul etmek gerekir ki, 2016 darbe teşebbüsünden sonra zorunlu ve haklı olarak boşaltılan hâkim ve savcı kadrolarına yeni eleman alınması gerekmiş; açılan sınavlarda alınan bol sayıdaki aday hakim ve savcılarda kalite-tecrübe ikinci plana itilmek zorunluluğu doğmuştur. Dahası, staj dönemlerini hızla tamamlayan bu kişiler, henüz tam olarak hazır olmadıkları görevleri üstlenmek zorunda kalmışlardır.   “Yetersiz bilgi ve tecrübe”ile “mahkeme saygınlığı” kalkanının arkasına sığınan bu yeni nesil hukukçular, “Her istediğimi yaparım. Takdir hakkı bana aittir.” gibi slogan söylemlerle mer’i hukuk kurallarını ihlal etmeye başlamışlardır. (Şikayetçinin ifadesini almadan soruşturma dosyasını kapatan savcılar dahi bulunmaktadır.) Ancak: göz ardı edilen bir temel insan hakları ve hukuk ilkesi vardır: Mahkemeler ve hâkimler yasaların üzerinde değildir/olamaz. Aksine yasaları derhal ve süratle uygulamak zorundadır.   Hâkimlerin yasalara uyma-uygulama zorunluluğu yasalarla açıkça belirlenmiştir. Bu hak ve zorunluluğun ihlali hakkında başvuru makamları 2.-3. Derece mahkemeleri, takiben Anayasa mahkemesi, en son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Acıdır ki, bireysel başvurulara bağlı olarak Anayasa Mahkemesi’nce bozulan, AİHM tarafından tazminat ödenmesine karar verirken birçok dava dosyası vardır. Dahası, -özel durumlarda- mahkemelerdeki uygulamalardan dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği hüküm altına alınmıştır.   Bu dosyalarda “makul sürenin gerekçesiz aşılması” gerekçe gösterilirken, Anayasanın 36.,141. maddeleri, AİHS, Hukuk Mahkemeleri Kanununun 30., 33., 46. maddelerinin ihlal edildiği kabul edilmiştir.   Zira, HMK madde 33, "Hâkim, Türk hukukunu resen uygular." hükmünü getirmiştir. Buna göre, taraflar beyan etmeseler bile, hâkim önüne gelen dosyaya uyan mer’i hukuk maddelerini uygulamakla yükümlüdür. “Dosyada belirtilmemiş; ben dosyadaki iddia ve bilgilere göre karar veririm.” deme hakkı yoktur.   "Hâkimin Hukuki Sorumluluğu, Devletin sorumluluğu ve rücu" başlıklı 46. maddesinde ise "   (1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:   a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.   c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.   e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması." hükümleri bulunmaktadır. Bunca yasal zorunluluğa karşılık, “davaların makul sürelerde karara bağlanmaması” ile ilgili yasal şikâyetlerin seyrek görülmesi dikkatleri çekmektedir. Bunun da sebebi avukatların, mahkemelerle (hâkim ve savcıları) şikâyet ediyor konuma düşmek istememeleridir. Zira hâkim veya savcıyı şikâyet eden avukatın mahkemelerdeki dosyalarında aleyhe tutumla karşılaşması ihtimali yüksektir. Bu yüzden kaçınırlar. Dahası şikâyet edecekleri bir üst mahkeme aynı bölgededir. Şikâyeti değerlendirecek olan da bir hâkimdir. Sonuca ulaşabilmek için çok uzun mücadele vermesi gerekecektir.   Konuyu yaşanmış bir deli olayı ile bağlayalım.   “Bir zamanlar, Amasya’ya genç bir emniyet müdürü atanır. Gençtir; ataktır. Erkenden yükseklere (makamlara) çıktığından “yükseklik sarhoşluğuna” yakalanmıştır.   Bir akşam alkolü vaziyette şehir kulübüne gider. Birkaç kişi bulunmaktadır. Delilerden biri de oradadır ve bir misafiri ile yemektedir.   Alkollü müdür, yüksek sesle rastgele herkese küfretmektedir.   Bilenler bilir. Amasya’nın eski Şehir Kulübü, Yeşilırmak kenarında bahçeli bir yerdi.   Deli, kalkar. Daha önceden tanıştıkları müdüre sorar: “Yakışmıyor. Kime küfrediyorsun?”   Müdür ne dediğini bilmeyecek kadar sarhoştur. “Sana ediyorum. N’olacak?”   Tartışma başlar.   (Rivayete göre) Bizim deli, -yanındakiler, daha ne olduğunu anlamadan-, müdürü Yeşilırmağa atar. (Kendisi, “Ben bir şey yapmadım; ayağı kaydı. Düştü.” demektedir.)   Rivayet olunur ki, soğuk suya düşen müdürün sarhoşluğu kalmaz.   Sonuç: Bizim deli’nin ifadesi bile alınmaz. Müdür’ün ise kısa süre sonra tayini çıkar.   Bir daha da adı duyulmaz.”   Kıssadan hisse: “SIRÇA SARAYLARDA OTURANLAR, ELİN KERPİÇ DAMINA ÇAKIL ATMAMALIDIR.”   Devam edeceğiz…
Ekleme Tarihi: 21 Mart 2023 - Salı
Kenan ERZURUMLU

Terazili Kadının Terazisi: V

Son yazımızı Karakoç’un meşhur şiiri “Hâkim Bey” ile bağlamıştık.

 

Ne demişti Karakoç:

“Gene tehir etme üç ay öteye,

Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.

Otuz yıl da babam düştü ardına;

 Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.

 

…..

 

Oğlumun da oğlu oldu hâkim beğ.”

 

….

 

“Adalet”in yavaş işlemesi veya geç verilmesi oldum olası sıkıntı ve haksızlık sebebidir. Destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu der ki:

 

“Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir

Temele taş bulmak gecikebilir

Devlete baş bulmak gecikebilir,

Adalet gecikmez tez verilmeli.”

 

 

Adalet sistemimizde ilke olarak “gecikme”, kabul edilemeyen bir durumdur Yürürlükte olan mevzuatımız, davaların en kısada sonuçlandırılmasını, dava sürecinin bir cezalandırma haline dönüşmesinin engellenmesini ve maddi-manevi mağduriyetin önlenmesini öngörmektedir.

 

Geliniz mevzuata bakalım ve “hâkim takdir hakkı”na sınırlama getiren hususları inceleyelim:

 

Anayasamızın 141. maddesi, “âdil yargılanma hakkı”ndan bahsettikten sonra ".... Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir." demektedir.

 

Keza, Anayasa’nın 36 ncı maddesi ve AİHS’nin 6 ncı maddesine göre devlet, “davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü-adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek bir hukuk düzeni kurmakla sorumludur.”

 

Dahası: Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" başlıklı 30. maddesi mahkemelerin-hakimler yükümlülüklerini açıkça belirtmiştir: "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."

 

Dr. Abdullah Çelik, tarafından kaleme alınan ve  2014'te Anayasa Mahkemesi Yayınları tarafından basılan " Adil Yargılanma Rehberi" mahkemeler için yol gösterici olmuştur. Nitekim, Anayasa ve AİHS'e dayanan, "Soruşturma, Kovuşturma veya Yargılama Hedef Sürelerinin Belirlenmesi ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik", 01.09.2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

 

“Hedef süre” veya “makul süre” olarak belirlenen zaman dilimi, “davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların tutumu, ilgili makamların tutumu ve başvurucunun davanın hızlı sonuçlanmasındaki menfaati." gibi kriterlere bağlı olmakla birlikte, 2019 yılı için yapılan bir araştırmada, "hukuk davalarının yüzde 87’si için 1,5 yılın atında, yüzde 13’ü için ise 2 yıla kadar süreler öngörülmüştür."

 

Açık hükümler taşıyan tüm bu mevzuata rağmen, mahkemelerde uzun dava süreçleri şikâyet konusu olmaya devam etmektedir.

 

Bunun değişik sebepleri vardır.

 

En başta gelen sebeplerden birisi taraflardan birinin kötü niyetli olarak davayı uzatma gayretidir. Gereksiz mazeret beyanları, davayı saptırıcı istekler, ertelemeler bu anlamdadır. (Bu paragraf içinde: yaşanan avukat enflasyonu, hukuk eğitimi kalitesinde düşüş ve hizmet içi eğitim-denetim olmaması önemli faktörlerdir.)

 

Alt yapı ve personel yetersizliği son derece etkili faktörler olmaktadır. Hele ki FETÖ olayından sonra en çok “meslekten ihraçların yaşandığı kurum”un adliye olması, yargının yavaşlamasının sebeplerinde biridir.

 

Bir diğer sebep de hâkimlerin bilgi ve tecrübe eksikliğidir. Kabul etmek gerekir ki, 2016 darbe teşebbüsünden sonra zorunlu ve haklı olarak boşaltılan hâkim ve savcı kadrolarına yeni eleman alınması gerekmiş; açılan sınavlarda alınan bol sayıdaki aday hakim ve savcılarda kalite-tecrübe ikinci plana itilmek zorunluluğu doğmuştur. Dahası, staj dönemlerini hızla tamamlayan bu kişiler, henüz tam olarak hazır olmadıkları görevleri üstlenmek zorunda kalmışlardır.

 

“Yetersiz bilgi ve tecrübe”ile “mahkeme saygınlığı” kalkanının arkasına sığınan bu yeni nesil hukukçular, “Her istediğimi yaparım. Takdir hakkı bana aittir.” gibi slogan söylemlerle mer’i hukuk kurallarını ihlal etmeye başlamışlardır. (Şikayetçinin ifadesini almadan soruşturma dosyasını kapatan savcılar dahi bulunmaktadır.)

Ancak: göz ardı edilen bir temel insan hakları ve hukuk ilkesi vardır: Mahkemeler ve hâkimler yasaların üzerinde değildir/olamaz. Aksine yasaları derhal ve süratle uygulamak zorundadır.

 

Hâkimlerin yasalara uyma-uygulama zorunluluğu yasalarla açıkça belirlenmiştir. Bu hak ve zorunluluğun ihlali hakkında başvuru makamları 2.-3. Derece mahkemeleri, takiben Anayasa mahkemesi, en son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Acıdır ki, bireysel başvurulara bağlı olarak Anayasa Mahkemesi’nce bozulan, AİHM tarafından tazminat ödenmesine karar verirken birçok dava dosyası vardır. Dahası, -özel durumlarda- mahkemelerdeki uygulamalardan dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği hüküm altına alınmıştır.

 

Bu dosyalarda “makul sürenin gerekçesiz aşılması” gerekçe gösterilirken, Anayasanın 36.,141. maddeleri, AİHS, Hukuk Mahkemeleri Kanununun 30., 33., 46. maddelerinin ihlal edildiği kabul edilmiştir.

 

Zira, HMK madde 33, "Hâkim, Türk hukukunu resen uygular." hükmünü getirmiştir. Buna göre, taraflar beyan etmeseler bile, hâkim önüne gelen dosyaya uyan mer’i hukuk maddelerini uygulamakla yükümlüdür. “Dosyada belirtilmemiş; ben dosyadaki iddia ve bilgilere göre karar veririm.” deme hakkı yoktur.

 

"Hâkimin Hukuki Sorumluluğu, Devletin sorumluluğu ve rücu" başlıklı 46. maddesinde ise "

 

(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:

 

a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

 

c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.

 

e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması." hükümleri bulunmaktadır.

Bunca yasal zorunluluğa karşılık, “davaların makul sürelerde karara bağlanmaması” ile ilgili yasal şikâyetlerin seyrek görülmesi dikkatleri çekmektedir. Bunun da sebebi avukatların, mahkemelerle (hâkim ve savcıları) şikâyet ediyor konuma düşmek istememeleridir. Zira hâkim veya savcıyı şikâyet eden avukatın mahkemelerdeki dosyalarında aleyhe tutumla karşılaşması ihtimali yüksektir. Bu yüzden kaçınırlar. Dahası şikâyet edecekleri bir üst mahkeme aynı bölgededir. Şikâyeti değerlendirecek olan da bir hâkimdir. Sonuca ulaşabilmek için çok uzun mücadele vermesi gerekecektir.

 

Konuyu yaşanmış bir deli olayı ile bağlayalım.

 

“Bir zamanlar, Amasya’ya genç bir emniyet müdürü atanır. Gençtir; ataktır. Erkenden yükseklere (makamlara) çıktığından “yükseklik sarhoşluğuna” yakalanmıştır.

 

Bir akşam alkolü vaziyette şehir kulübüne gider. Birkaç kişi bulunmaktadır. Delilerden biri de oradadır ve bir misafiri ile yemektedir.

 

Alkollü müdür, yüksek sesle rastgele herkese küfretmektedir.

 

Bilenler bilir. Amasya’nın eski Şehir Kulübü, Yeşilırmak kenarında bahçeli bir yerdi.

 

Deli, kalkar. Daha önceden tanıştıkları müdüre sorar: “Yakışmıyor. Kime küfrediyorsun?”

 

Müdür ne dediğini bilmeyecek kadar sarhoştur. “Sana ediyorum. N’olacak?”

 

Tartışma başlar.

 

(Rivayete göre) Bizim deli, -yanındakiler, daha ne olduğunu anlamadan-, müdürü Yeşilırmağa atar. (Kendisi, “Ben bir şey yapmadım; ayağı kaydı. Düştü.” demektedir.)

 

Rivayet olunur ki, soğuk suya düşen müdürün sarhoşluğu kalmaz.

 

Sonuç: Bizim deli’nin ifadesi bile alınmaz. Müdür’ün ise kısa süre sonra tayini çıkar.

 

Bir daha da adı duyulmaz.”

 

Kıssadan hisse: “SIRÇA SARAYLARDA OTURANLAR, ELİN KERPİÇ DAMINA ÇAKIL ATMAMALIDIR.”

 

Devam edeceğiz…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.