İdeolojik yorumların aksine, Batı Türklüğü’nde “İslâm’ı yaymak-İlay-ı Kelimetullah” kavgası yoktur. “Nizam-ı Alem” ve “Kızıl Elma” ülküleri Türk milli kültüründen gelen dinî kılıf giydirilmiş ifadelerdir.
Şöyle ki:
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında, fethedilen şehir ve bölgelerde birkaç kilisenin camiye çevrilmesine karşılık; diğer dinlerden olanların dinlerine-ibadetlerine ve ibadethanelerine karışılmamıştır. Daha önce de söylediğimiz gibi: bizim tarihimizde “İmana gel, ey kafir!” ifadesi yoktur. Onun yerine “reaya” tanımlaması ve “pencik sistemi” bulunmaktadır.
Reaya, tebâda bulunan gayri müslimlerdir. Pencik sistemi ise, gayri Müslim her aileden 5 çocuğundan birinin devlet tarafından alınmasıdır. Alınan bu çocuklar Müslümanlaştırılarak, yeniçeri ocağında veya enderunda görev alırlardı.
Bu açıklamalardan sonra, Batı Türklüğünde “azınlıkların Müslümanlaşması-Türkleşmesi” konusu ile ilgili olarak yazımızda kullanacağımız iki kavramı ve bir dinî kuralı da açıklamamız gerekmektedir.
“İHTİDA” Arapça kökenli olup, kendi dinini bırakıp, İslâmiyet’e geçenler için kullanılan tanımlamadır. MÜRTED” ise, Müslüman olup-doğup sonradan başka dinleri kabul edenler için kullanılır. Dini açıdan “ihtida” teşvik edilirken; “mürted”lerin affı söz konusu değildir.
İslâmî bir kural olarak: Müslüman bir erkek başka bir dinden kadınla evlenebilir. Müslüman kadınlar ise sadece Müslümanlar ile evlenebilir.
Batı Türklüğü’ndeki ihtida olaylarına geldiğimizde: kesinlikle söyleyebiliriz ki: atalarımızın fethettiği bölgelerde kitlesel ihtida yaşanmamıştır. Rakamlar çok düşük düzeylerde olup; baskıdan uzak ve kendi rızaları ile olmuştur. Hatta ihtida edenlerin yarısından fazlası, şeri kurallardaki açıklıktan yararlanarak erkekleri Müslüman olmuş görünürken, kadınları dinlerinde sabit kalmışlar ve böylece vergilerden kurtulmuşlardır. Dahası, bunların bir kısmı sonradan eski dinlerine dönmüşlerdir. Koçi Bey’in kardeşi Hürrem gibi…
Nüfusun yaklaşık ¼’ünü oluşturan reayadan ise yetişkin erkek fert başına cizye ve/veya ispençe alınır; dinlerine karışılmazdı. Din adamlarından, savaşlara katılanlardan ve devlete hizmet edenlerden bu vergiler alınmazdı.
Cizye ve ispençe vergileri kişi başı (12-24-50-80-100-125) ortalama 50 akçe ve üzerinde olurdu. (Cizye ve ispençe miktarları zamana, bölgeye ve devletin ekonomik durumuna göre değiştirilmiştir. Haraç ise toprak sahibi reayanın ödediği vergidir. Müslümanlardan alınan öşürün karşılığıdır.[1]
Osmanlı maliyesinin önemli bir kalemini teşkil eden bu vergilerin dışında, Müslümanlardan ve tüm diğer halklardan alınan vergilerin yanında, savaş ganimetleri ciddi yekun tutardı.
Burada hemen bir parantez açarak, 1520’lere ait iki olayı değerlendirelim. O dönemde Osmanlı’nın nüfusu 11.357.365’dir.[2] Bu nüfusun yaklaşık 2.840.000’i gayri Müslim kabul edildiğinde alınan ipsençe ve cizye miktarının –üst sınır olarak-, 50.000.000 akçe olduğu tahmin edilebilir.
Resmi kayıtlara göre, 1524-1525 yıllarına ait Osmanlı’nın toplam bütçesi 141.272.658 akçedir. Bütçe içindeki cizye miktarı, Rumeli için 36,5 milyon; Anadolu vilayetleri için bir milyon akçedir.[3] Kalanı diğer vergiler ve savaş ganimetleridir.
Bütçesinin yaklaşık ¼’ünü karşılayan reayanın Müslüman olması devletin söz konusu geliri kaybetmesi ile sonuçlanacaktır. Öte yandan bu vergilerden kurtulmak için Müslüman olmak isteyenler, askerlik başta olmak üzere tüm Türk ve Müslümanların görevlerine ortak olacaklardır.
Ve bu arada…
Yavuz Sultan Selim dönemine ait bir olay-vasiyet anlatılır:
Hazine, en parlak dönemini Fatih Sultan Mehmet’in torunu Yavuz Sultan Selim döneminde yaşamıştır. Gerek Çaldıran, gerekse Mısır seferlerinden getirilen ganimetlerle tıka basa dolmuş, taşanlar da Yedikule Mahzenleri’ne aktarılmıştır.
Yavuz’un, “Benim altınla doldurduğum hazineyi, benden sonra gelenlerden her kim mangırla doldurursa, hazine onun mührüyle mühürlensin ve illâ (yoksa) benim mührümle mühürlenmekte devam olunsun” yolundaki emri gereği Enderun Hazinesi’nin dış kapısı, saray müze oluncaya kadar bu şekilde mühürlenmiş. (Halen o mühür yerinde durmaktadır. Mührün ortasında Sultan Selim Şah, etrafında “Yalnız Allah’a güvenirim” sözleri bulunmaktadır.)
Yavuz 8 sene padişahlık süresince üç büyük savaş yapmıştır. Çaldıran (1514), Mercidabık (1516), Ridaniye (1517). Savaşlardan biri Safevilerle, ikisi Memluklulerle gerçekleşmiştir. Yavuz’un doldurduğu hazine bu savaşların ganimetleridir ve SAFEVİLER DE MEMLUKLULER DE TÜRK DEVLETLERİDİR.
Devam edeceğiz…
[1] Yavuz Ercan, “Osmanlı İmparatorluğu'nda Gayrimüslimlerin Ödedikleri Vergiler ve Bu Vergilerin Doğurduğu Sosyal Sonuçlar”, TTK Belleten, 1991; 55 (213): 371-392.
Halil İnalcık, “Fatih Sultan Mehemmed Han,” Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s 272.
[2] Numan Elibol, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Nüfus Meselesi ve Demografi Araştırmaları”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2007, C 12,S 2, s 135-160.
[3] Halil Salihlioğlu, “1524 - 1525 Osmanlı Bütçesi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 1985, S 41, s 1-4.