Türklük olarak devlete bakışımız 2 özdeyişle özetlenebilir. “Devlet Baba” ve “Devlet kin tutmaz ama asla unutmaz.”
Derin devlet açısından, bu özdeyişlerden ikincisi ön plandadır. Kin tutmayan ama asla unutmayan devlet anlayışı derin devletin temel prensibidir.
İzler, bakar, görür ve birikimi korur. Günü geldiğinde kullanır.
Nasıl mı kullanır? Daha büyük amaçlar için ve devleti devlet yapan yazılı kuralların sınırlarını zorlayarak ve hatta aşarak. Yani devletin yazılı olmayan kuralları içinde….
İki örnek, bir olay:
NSP adlı bir emekli askeri hukukçu paşa, 2001 kongresinde seçilerek MHP’ye genel sekreter oldu. Camiada ismi hiç duyulmamıştı. Seçildikten sonra “ benim bir partiye genel sekreter olacağım söylenmişti. MHP olduğunu ben de yeni öğrendim” demişti. 2003 seçimlerinde seçilmedi. Bir d aha da adını duymadım. Bu yazı için araştırırken 2 Ekim 2023’te vefat ettiğini öğrendim.
…..
Onu ilk kez Edirnekapı Yurdu’nda tanımıştım. Ülkücü hareketin maceraperest grubu içerisinde idi. Fikir ve ideolojiye ilgisi adamakıllı zayıftı. Beraber hareket ettiği birilerinin daha sonra soygun olaylarına karıştığını ve içeri girdiklerini duydum. ONA HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞTI.
Daha sonra ismi, 12 Eylül mahkemelerinde ön plana çıkmıştı. Solcu birinin öldürülmesi olayında, rahmetli Türkeş Beyin, eliyle biçme hareketi yaparak- ölüm emrini verdiğini söylemişti.
12 Eylül mahkemelerinden de sıyırdı. 1990’lı yıllarda, ortalıkta “ülkücüyüm” diye dolaşmasına rağmen- orta sağ bir partiye girerek milletvekili oldu.
2000’li yıllarda MHP’ye geri döndü. MHP en ufak ses çıkaranı dışlarken Onu nasıl kabul etti anlamak mümkün değil.
Dahası: 2000’li yıllardan beri MHP’nin değişmez adamı oldu.
Neydi bu adamın üstün vasıfları ki, değişmez-vazgeçilemez adam oldu? Dediğinizi işitir gibi oluyorum.
Siyasetteki bilinen en belirgin vasfı, “yes, sir”cü oluşuydu.
Bunca yıllık siyasi hayatında akılda kalan tek çıkışı, “nesebi gayri sahih” gördüğü kişiler hakkındaki çıkışıydı.
Halen TBMM’de bayağı iyi konumda.
….
1999 MHP kongresinin 2. turu idi. Televizyondan izliyorduk. Tuğrul Türkeş’in salondan çıkarak bir arabanın içinde uzun uzun birisi ile görüşme yaptığını gördük. Daha sonra ise, yakın bir arkadaşımdan aynı dakikalarda seçimi kazanan başkanın özel görüşmeler yaptığını duydum. (Her ne hikmetse, seçimi kaybeden Tuğrul Türkeş’in görüşmesi televizyonlara aksederken; kazananın görüşmesi aksetmemişti.)
Aradan epey bir zaman geçti. Her iki aday hakkında da hiç hoşumuza gitmeyen şeyler duyduk.
Son noktada, MHP’nin ve tüm Türk siyasetinin birileri, tarafından şekillendirildiğine inandık.
Üstelik bu uygulama yeni de değildi. Rahmetli Demirel de bir gecede “Adalet Partisi” genel başkanı olmuştu.
Kenan Evren, “kendisini devlet olduğuna” ve “asker sözüne” inanarak Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine ve Karadeniz İşbirliği teşkilatına katılmasına izin veriyordu.
Rahmetli Ecevit, akıl sağlığı bozuk” gerekçesiyle hastanede gözlem altına alınmıştı. ABD’den gelen Derviş, sol partilerin ve yürümekte olan koalisyonun içine etmişti.
35 yıldır Ankara’da askeri ve siyasi mahfillerde alınan kararlar, daha uygulanmadan PKK’ya ulaştırılıyordu.
TC yazan tabelalar söküldü. Andımız kaldırıldı. Son 10 yılda vatandaşlık verilen mültecilerle demografik yapımız; arazi satışları ile vatan parçalarımızın sahipleri değiştirildi.
Son olarak MHP destekli TC Başkanı, önce şiddetle karşı çıktığı, İsveç’in NATO’ya katılması kararını imzaladı.
Tüm bunlar olurken….
Devlet hafızası nerede idi?
Derin devlet nerede idi? Ne yapıyordu?