Vizyon Kuyumcu
Kenan ERZURUMLU
Köşe Yazarı
Kenan ERZURUMLU
 

Nerede Bu Derin Devlet: VII

“Türk Milleti asker millettir” dedik. Bu, bir gerçektir; tartışılamaz. Tarih boyunca askerlik ve ordu, değişmeyen milli kavramlarımız olarak kalmıştır. Orta Asya’dan başlayan süreçte, ordu, devletin ve sosyal yaşamın temel unsurudur.   Antik ve arkaik çağlardan İslâmiyet’i kabulümüze kadar geçen sürede, ordu, değişik Türk kabile ve topluluklarından oluşmakta olup; milli yapıdadır. Bu milli yapı, semavi ve Türk topluluklarına has bir inanç olan Göktengri dini etrafında şekillenmişti.   Bu görüşümüzü açıklamak için, sosyolojik olarak bir milletin oluşumunu bilmemiz gerekmektedir.   GÖKALP sosyolojisine göre, insan topluluklarının gelişimi aileden başlar. Aile ise, bir erkek ve bir kadından başlar. Çocuklarla aile olur. Zaman içerisinde, aynı aileden gelen kişiler soylar; onların da birleşmesi ile boylar oluşur. Bu süreçte komşu ailelerden gelen genetik özellikler soylara ve boylara karışabilir. Aile düzeyinde iken genetik bir ırktan bahsedilebilirken, soy-boy-kabile- federasyon ve devlet oluşum sürecinde komşu topluluklardan genetik karışma her zaman mümkün olur.   Ancak…   Aileden devlete kadar uzanan bu süreçte, genetik kökten kaynaklanan ve aidiyet şuuruna bağlı olan yeni bir kavram karşımıza çıkar: Soy… Soya mensubiyet şuuru, beraber yaşamak arzusu, ortak inanç, idealler ve gelecek beklentisi ile birleştiğinde milli kültürün çekirdeğini oluşturur. Milli kültürün oluşmasında inançların (din) büyük önemi ve etkisi vardır. Milli inançları (dinleri) olan topluluklarda milli şuur, çok daha kuvvetli ve çabuk oluşur.   Türk milli kimliği Göktanrı inancı etrafında oluşmuş; İslâmiyetin kabulü ile son halini almıştır.   Ancak bu noktada bir sıkıntı olduğu açıktır.   MS 11. asıra kadar zaten oluşmuş durumdaki Türk millî kimliği, sosyolojik gelişimin tersine dini kimliği ön plana çıkarmıştır. Bu durum özellikle Batı Türklüğü için ileri boyuttadır.   Bu dönem, “kelime-i şahadet” getiren herkesi kardeşimiz olarak görüp baş tacı yaptığımız dönem olmuştur.   Bu dönem, kapı kullarının ve devşirmelerin Türk devletine hâkim olduğu dönemdir.   Bu dönem, Türk evlatlarının hakir görüldüğü ve devlet yapısından uzak tutulduğu dönemdir.   Bu dönemi açıkça anlamak için, tarihimizin kıymetli en eserlerinden (?) kabul edilen Nizam-ül Mülk’ün “Siyasetname”sinde geçen şu ifadelerin üzerinde biraz düşünmek yeterli olacaktır: “Her ne kadar Türkmenlerden bıkkınlık geldi ise de sayıları çoktur. Bu devletin kuruluşunda çok hizmetleri ve emekleri geçtiği için de bu devlet üzerinde hakları vardır ve sultanın akrabalarıdır.”   Alparslan’dan bir nesil sonra, devletin başındaki Nizam-ül Mülk, Devleti kuranlar için, bunlar her ne kadar kuruluşta hizmetleri olsa ve sultanla aynı soydan gelseler de. “artık bıkkınlık verdiler” demektedir. Unutulmamalıdır ki Nizam-ül Mülk, gayrı Türk’tür. (Kapı kulları-derin devlet ilişkisine daha sonra değineceğiz.)   …..   Batı Türklüğü’nde askeri yapı, İslâmiyet’in kabulü ile başlayan bu anlayıştan etkilenmiştir. Öncelikli olarak komutan-danışman düzeyinde görev alan kapı kulları, Yeniçeri Ocağının kurulması (1363) ile yepyeni bir boyuta ulaşmıştır.   Tarihçilerin Osmanlı’yı Yeniçerilerin kurduğu, büyüttüğü bir imparatorluk gibi göstermeleri kasıtlı ve yanlıştır. Zira Osmanlı’nın en kudretli zamanlarında (Yavuz-Kanuni dönemleri) yeniçeri sayısı 12.000 dolayındadır. Aynı dönemde akıncıların sayısı 100.000 dolayında idi. Tarihçilere göre tüm Osmanlı ordusunun mevcudu ise, 160.000 ile 250.000 arasındadır. Tabii buna seferberlik zamanında eklenenler dahil değildir.   Bir örnek verelim. İstanbul’un Fethi (1453) sırasında Osmanlı ordusunun mevcudu 200.000’dir. Kuşatma sırasında Avrupa’dan gelecek yardımları engellemek için askerin yarısı Edirne’de bırakılır. Ordu İstanbul önüne geldiğinde sayısı yine 200.000’i bulmuştur. Zira, kutsal savaşı duyan tüm beyliklerden gönüllüler Osmanlı Ordusu’na katılmışlardır. Kumandanları-vezirleri arasında Kuyucu Murat Paşa, Rum Mehmet Paşa gibi sayısız kapıkulu-devşirme bulunan Osmanlı’nın tarihçileri kayıt düşmüşlerdir: “Karamanoğlu eşkiyasından 25.000 nefer geldi.”   İşte bu kafa ve yoldaşları Osmanlı’yı Yeniçerilere dayanan bir devlet, İstanbul surlarına bayrak diken Ulubatlı’yı yeniçeri gösterme gayretindedirler. Onlara göre, Yeniçeri Osmanlı’nın bel kemiğidir ve korunmalıdır. Kimden mi? Kendisi de bir dönme-devşirme olan devletin kurucu sahiplerinden… Koçi Bey’in risalesine göre, “Türkler ve Türk soyundan gelenler Enderuna ve kapıkulu askerlerine alınmamalıdır. Tımarlı sipahiler azaltılmalıdır. Türkler, çingene, oduncu, yankesici, katırcı, deveci, hamal ve ağdacılarla birlikte düşünülmesi gereken insanlardır.”   Osmanlının duraklama ve gerileme dönemlerinde önce Akıncı Ocağı (1595) sonra Yeniçeri Ocağı (1829) ve en son Tımarlı Sipahiler (1839) kaldırılmıştır.   Osmanlı’nın son dönemlerinde de, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında da, Osmanlı ordusu içerisinde daima Türk unsuru bulunmuştur. Ancak TSK içerisinde milli yapının gelenekselleşmesinde, Atatürk, Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir’in çok büyük etkileri olmuştur.   Türk Derin Devletinin yapısında ve faaliyetlerinde TSK’nın oynadığı rollerde o milli yapının büyük payı vardır.   Benim o insanlar hakkında ilk bilgilerim hala tam ulaşamadığım üç olaya dayanır….   Devam edeceğiz…  
Ekleme Tarihi: 24 Ekim 2023 - Salı
Kenan ERZURUMLU

Nerede Bu Derin Devlet: VII

“Türk Milleti asker millettir” dedik. Bu, bir gerçektir; tartışılamaz. Tarih boyunca askerlik ve ordu, değişmeyen milli kavramlarımız olarak kalmıştır. Orta Asya’dan başlayan süreçte, ordu, devletin ve sosyal yaşamın temel unsurudur.

 

Antik ve arkaik çağlardan İslâmiyet’i kabulümüze kadar geçen sürede, ordu, değişik Türk kabile ve topluluklarından oluşmakta olup; milli yapıdadır. Bu milli yapı, semavi ve Türk topluluklarına has bir inanç olan Göktengri dini etrafında şekillenmişti.

 

Bu görüşümüzü açıklamak için, sosyolojik olarak bir milletin oluşumunu bilmemiz gerekmektedir.

 

GÖKALP sosyolojisine göre, insan topluluklarının gelişimi aileden başlar. Aile ise, bir erkek ve bir kadından başlar. Çocuklarla aile olur. Zaman içerisinde, aynı aileden gelen kişiler soylar; onların da birleşmesi ile boylar oluşur. Bu süreçte komşu ailelerden gelen genetik özellikler soylara ve boylara karışabilir. Aile düzeyinde iken genetik bir ırktan bahsedilebilirken, soy-boy-kabile- federasyon ve devlet oluşum sürecinde komşu topluluklardan genetik karışma her zaman mümkün olur.

 

Ancak…

 

Aileden devlete kadar uzanan bu süreçte, genetik kökten kaynaklanan ve aidiyet şuuruna bağlı olan yeni bir kavram karşımıza çıkar: Soy… Soya mensubiyet şuuru, beraber yaşamak arzusu, ortak inanç, idealler ve gelecek beklentisi ile birleştiğinde milli kültürün çekirdeğini oluşturur. Milli kültürün oluşmasında inançların (din) büyük önemi ve etkisi vardır. Milli inançları (dinleri) olan topluluklarda milli şuur, çok daha kuvvetli ve çabuk oluşur.

 

Türk milli kimliği Göktanrı inancı etrafında oluşmuş; İslâmiyetin kabulü ile son halini almıştır.

 

Ancak bu noktada bir sıkıntı olduğu açıktır.

 

MS 11. asıra kadar zaten oluşmuş durumdaki Türk millî kimliği, sosyolojik gelişimin tersine dini kimliği ön plana çıkarmıştır. Bu durum özellikle Batı Türklüğü için ileri boyuttadır.

 

Bu dönem, “kelime-i şahadet” getiren herkesi kardeşimiz olarak görüp baş tacı yaptığımız dönem olmuştur.

 

Bu dönem, kapı kullarının ve devşirmelerin Türk devletine hâkim olduğu dönemdir.

 

Bu dönem, Türk evlatlarının hakir görüldüğü ve devlet yapısından uzak tutulduğu dönemdir.

 

Bu dönemi açıkça anlamak için, tarihimizin kıymetli en eserlerinden (?) kabul edilen Nizam-ül Mülk’ün “Siyasetname”sinde geçen şu ifadelerin üzerinde biraz düşünmek yeterli olacaktır: “Her ne kadar Türkmenlerden bıkkınlık geldi ise de sayıları çoktur. Bu devletin kuruluşunda çok hizmetleri ve emekleri geçtiği için de bu devlet üzerinde hakları vardır ve sultanın akrabalarıdır.”

 

Alparslan’dan bir nesil sonra, devletin başındaki Nizam-ül Mülk, Devleti kuranlar için, bunlar her ne kadar kuruluşta hizmetleri olsa ve sultanla aynı soydan gelseler de. “artık bıkkınlık verdiler” demektedir. Unutulmamalıdır ki Nizam-ül Mülk, gayrı Türk’tür. (Kapı kulları-derin devlet ilişkisine daha sonra değineceğiz.)

 

…..

 

Batı Türklüğü’nde askeri yapı, İslâmiyet’in kabulü ile başlayan bu anlayıştan etkilenmiştir. Öncelikli olarak komutan-danışman düzeyinde görev alan kapı kulları, Yeniçeri Ocağının kurulması (1363) ile yepyeni bir boyuta ulaşmıştır.

 

Tarihçilerin Osmanlı’yı Yeniçerilerin kurduğu, büyüttüğü bir imparatorluk gibi göstermeleri kasıtlı ve yanlıştır. Zira Osmanlı’nın en kudretli zamanlarında (Yavuz-Kanuni dönemleri) yeniçeri sayısı 12.000 dolayındadır. Aynı dönemde akıncıların sayısı 100.000 dolayında idi. Tarihçilere göre tüm Osmanlı ordusunun mevcudu ise, 160.000 ile 250.000 arasındadır. Tabii buna seferberlik zamanında eklenenler dahil değildir.

 

Bir örnek verelim. İstanbul’un Fethi (1453) sırasında Osmanlı ordusunun mevcudu 200.000’dir. Kuşatma sırasında Avrupa’dan gelecek yardımları engellemek için askerin yarısı Edirne’de bırakılır. Ordu İstanbul önüne geldiğinde sayısı yine 200.000’i bulmuştur. Zira, kutsal savaşı duyan tüm beyliklerden gönüllüler Osmanlı Ordusu’na katılmışlardır. Kumandanları-vezirleri arasında Kuyucu Murat Paşa, Rum Mehmet Paşa gibi sayısız kapıkulu-devşirme bulunan Osmanlı’nın tarihçileri kayıt düşmüşlerdir: “Karamanoğlu eşkiyasından 25.000 nefer geldi.”

 

İşte bu kafa ve yoldaşları Osmanlı’yı Yeniçerilere dayanan bir devlet, İstanbul surlarına bayrak diken Ulubatlı’yı yeniçeri gösterme gayretindedirler. Onlara göre, Yeniçeri Osmanlı’nın bel kemiğidir ve korunmalıdır. Kimden mi? Kendisi de bir dönme-devşirme olan devletin kurucu sahiplerinden… Koçi Bey’in risalesine göre, “Türkler ve Türk soyundan gelenler Enderuna ve kapıkulu askerlerine alınmamalıdır. Tımarlı sipahiler azaltılmalıdır. Türkler, çingene, oduncu, yankesici, katırcı, deveci, hamal ve ağdacılarla birlikte düşünülmesi gereken insanlardır.”

 

Osmanlının duraklama ve gerileme dönemlerinde önce Akıncı Ocağı (1595) sonra Yeniçeri Ocağı (1829) ve en son Tımarlı Sipahiler (1839) kaldırılmıştır.

 

Osmanlı’nın son dönemlerinde de, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında da, Osmanlı ordusu içerisinde daima Türk unsuru bulunmuştur. Ancak TSK içerisinde milli yapının gelenekselleşmesinde, Atatürk, Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir’in çok büyük etkileri olmuştur.

 

Türk Derin Devletinin yapısında ve faaliyetlerinde TSK’nın oynadığı rollerde o milli yapının büyük payı vardır.

 

Benim o insanlar hakkında ilk bilgilerim hala tam ulaşamadığım üç olaya dayanır….

 

Devam edeceğiz…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.