Vizyon Kuyumcu
Kenan ERZURUMLU
Köşe Yazarı
Kenan ERZURUMLU
 

Nerede Bu Derin Devlet? XX

1980 darbesi sonrasında, üniversiteler kontrol altına alınmak istenirken, batıya entegrasyon hedefi doğrultusunda  “önce kantite, sonra kalite” (Önce sayıların, sonra kalitenin artması) anlayışı hakim olmuş ve yüksek öğretimin yaygınlaşması (daha fazla yüksek öğretim görmüş nüfus) için çalışılmıştır. 2547 sayılı yasa ile YÖK’ün siyâsî erkin kontrolüne girmesi, yaygın öğretimi ekonomik ve siyâsî rant haline getirmiştir. Yüksek öğretim kurumlarında ideolojik ve rant gruplarının oluşması ile bütünlük kaybolmuştur. Siyâsî kadroların devreye girmesi ile neredeyse her ile bir üniversite, her ilçeye birer fakülte/yüksek okul açılmıştır. Siyâsî kadroların gözünde bu tasarruflar “bacasız fabrikalar” olarak yorumlanmıştır. Hatta, 5 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan kararla Suriye’nin Halep şehrinin Al Rai ilçesinde Çobanbey Tıp Fakültesini niçin kurulmuş; üstelik fakültelere giriş için artık modası çoktan geçmiş yazılı sınav ve mülakat yöntemi ile talebe alınmaya başlamıştır.  “A” sından “Z” sine hatalı olan bu ve bunun gibi kararların eğitim boyutundaki eleştirilerini bir tarafa bırakarak, bilim açısından eleştirisini yapacağız. Bilimsel gelişmeler 3 aşamalıdır. “Bilgi-teknoloji (uygulama)- sanayi (üretim)”. Bu dengeyi sağlayamazsanız kurduğunuz eğitim kurumları ekonomik ve sosyal hayatınıza yük olacaktır. Yooo… Hayır… Bana taşrada kalmış ilçelerdeki yüksek okul veya fakültelerde okuyan öğrencilerin veya öğretim elemanlarına verilen maaşların ilçeye ekonomik katkısından bahsetmeyiniz. Sizlerin o katkı olarak gördüğünüz destekler devlet bütçesinden çıkmakta; ilçelerdeki yüksek öğretim amaçlı harcanan paralar başka yerlerdeki üretici-araştırmalardan kesilen paralarla sağlanmaktadır. Bu yüzdendir ki birçok köklü üniversite bilimsel-öğretim üyesi-araştırma açılarından yetersizlik noktasına gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, ÜRETİM ARTMADIKÇA, BÜYÜKLÜK ARTMAZ. ÖNCEKİLERDEN KALANLARI SATIP YİYENLERE, MİRASYEDİ DENİR. Bu vahim durumun daha da ötesinde son 20 yılda yüksek öğretimimiz, tıpkı Yavuz-Kanunî dönemlerinde olduğu gibi dışarıdan gelen müdahalelerin altına alınmıştır. Bu müdahale, bilim hayatımızın geleceğini karartmak noktasındadır. Ülkemizde FETÖ’nün  yüksek öğretime hâkim olduğu 15 yıllık dönemde, yapılan sınavlar ve akademik ilerlemeler incelenmeye muhtaçtır. Yazıktır ki, FETÖ’yü, -haklı olarak- acımasızca eleştiren siyâsî kadrolar, örgütün siyâsî ayağı ve geçmişte YÖK bünyesindeki kanunsuz eylemleri hakkında hiçbir şey yapmamaktadırlar. Üniversite giriş, emniyet-adliye- TSK sınavları için gerekeni yapan kadroların siyaset ve YÖK bünyesindeki eylemler için sus pus olmaları anlaşılır gibi değildir. Yaşadığımız olaylardan biliyoruz. İlk yabancı dil sınavını jet hızıyla geçenlerin yanında, on yıl yabancı dilden geçemeyenlerin, 15 Temmuz kalkışmasından sonra, ilk sınavda başarılı olmalarının mantıklı açıklaması yoktur. Ama… Bilim ve yüksek öğretim sahasındaki tüm olumsuzlukları FETÖ’ye bağlamak da haksızlık olacaktır. AKP iktidarında rektörlük seçimleri kaldırılmış ve rektör atamaları doğrudan Cumhurbaşkanı’na (Devlet Başkanı) bırakılmıştır. YÖK’ün seçim yapması; müracaatları değerlendirmesi hikayedir.) Bu işlemin sonucu, “ÜNİVERSİTE YÖNETİMLERİNİN SİYASALLAŞMASI”dır. Siyasallaşan üniversite yönetimleri, akademik ilerlemelerde tek belirleyici olmuş; kadroların dağıtımında kendi taraftarlarına öncelik tanımışlardır. Ancak olay bundan da ibaret değildir. Yardımcı doçentlik diye bir unvan ihdas edilerek, “torpillilere” süre beklemeden doçentlik ünvanı verilmiştir. Daha sonra sınavlar değiştirilerek, hayatında bir kez bile ders anlatmamış, üniversite dışı kişilere “e-posta” ile doçent olabilme imkânı sağlanmıştır. Jürilerin YÖK tarafından belirlenmesi ile istenilen adayların kolayca doçent olması yolu açıldıktan sonra, süreleri doldurduklarında, atadıkları rektörler vasıtasıyla üniversite dışı resmi kuruluşlarda veya özel üniversitelerde profesör olmalarının yolu açılmıştır. Hiçbir bilimsel çalışması olmayan rektörler, işte bu sürecin sonucudur. Profesör olduktan sonra ise… istenilen rektörlüklere, dekanlıklara, müdürlüklere getirilmeleri sıradan işlem haline gelmiştir. Son aşaması ise (ne biçim üniversite olduğunu hâlâ anlayamadığım) Sağlık Bilimleri Üniversitesinin Suriye’de açtığı Tıp Fakültesi’dir. Ammaa… Olay burada kalmayacaktır.. Eski sistemden kalan son hocalar yaş haddi nedeniyle emekliye ayrıldıklarında, yüksek öğretimimiz bu kolaycı hocaların elinde kalacaktır. Bu olaylar, İLMİYE SINIFININ ÖNCE SESLERİNİN KESİLMESİ, SONRA KENDİ İSTEDİKLERİ MEDRESELERİN YARATILMASIDIR. Hoş geldiniz Kadızâdeliler (!).. Devam edeceğiz…
Ekleme Tarihi: 07 Aralık 2023 - Perşembe
Kenan ERZURUMLU

Nerede Bu Derin Devlet? XX

1980 darbesi sonrasında, üniversiteler kontrol altına alınmak istenirken, batıya entegrasyon hedefi doğrultusunda  “önce kantite, sonra kalite” (Önce sayıların, sonra kalitenin artması) anlayışı hakim olmuş ve yüksek öğretimin yaygınlaşması (daha fazla yüksek öğretim görmüş nüfus) için çalışılmıştır. 2547 sayılı yasa ile YÖK’ün siyâsî erkin kontrolüne girmesi, yaygın öğretimi ekonomik ve siyâsî rant haline getirmiştir. Yüksek öğretim kurumlarında ideolojik ve rant gruplarının oluşması ile bütünlük kaybolmuştur.

Siyâsî kadroların devreye girmesi ile neredeyse her ile bir üniversite, her ilçeye birer fakülte/yüksek okul açılmıştır. Siyâsî kadroların gözünde bu tasarruflar “bacasız fabrikalar” olarak yorumlanmıştır.

Hatta, 5 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan kararla Suriye’nin Halep şehrinin Al Rai ilçesinde Çobanbey Tıp Fakültesini niçin kurulmuş; üstelik fakültelere giriş için artık modası çoktan geçmiş yazılı sınav ve mülakat yöntemi ile talebe alınmaya başlamıştır.  “A” sından “Z” sine hatalı olan bu ve bunun gibi kararların eğitim boyutundaki eleştirilerini bir tarafa bırakarak, bilim açısından eleştirisini yapacağız.

Bilimsel gelişmeler 3 aşamalıdır. “Bilgi-teknoloji (uygulama)- sanayi (üretim)”. Bu dengeyi sağlayamazsanız kurduğunuz eğitim kurumları ekonomik ve sosyal hayatınıza yük olacaktır.

Yooo… Hayır…

Bana taşrada kalmış ilçelerdeki yüksek okul veya fakültelerde okuyan öğrencilerin veya öğretim elemanlarına verilen maaşların ilçeye ekonomik katkısından bahsetmeyiniz. Sizlerin o katkı olarak gördüğünüz destekler devlet bütçesinden çıkmakta; ilçelerdeki yüksek öğretim amaçlı harcanan paralar başka yerlerdeki üretici-araştırmalardan kesilen paralarla sağlanmaktadır. Bu yüzdendir ki birçok köklü üniversite bilimsel-öğretim üyesi-araştırma açılarından yetersizlik noktasına gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, ÜRETİM ARTMADIKÇA, BÜYÜKLÜK ARTMAZ. ÖNCEKİLERDEN KALANLARI SATIP YİYENLERE, MİRASYEDİ DENİR.

Bu vahim durumun daha da ötesinde son 20 yılda yüksek öğretimimiz, tıpkı Yavuz-Kanunî dönemlerinde olduğu gibi dışarıdan gelen müdahalelerin altına alınmıştır. Bu müdahale, bilim hayatımızın geleceğini karartmak noktasındadır.

Ülkemizde FETÖ’nün  yüksek öğretime hâkim olduğu 15 yıllık dönemde, yapılan sınavlar ve akademik ilerlemeler incelenmeye muhtaçtır. Yazıktır ki, FETÖ’yü, -haklı olarak- acımasızca eleştiren siyâsî kadrolar, örgütün siyâsî ayağı ve geçmişte YÖK bünyesindeki kanunsuz eylemleri hakkında hiçbir şey yapmamaktadırlar. Üniversite giriş, emniyet-adliye- TSK sınavları için gerekeni yapan kadroların siyaset ve YÖK bünyesindeki eylemler için sus pus olmaları anlaşılır gibi değildir.

Yaşadığımız olaylardan biliyoruz. İlk yabancı dil sınavını jet hızıyla geçenlerin yanında, on yıl yabancı dilden geçemeyenlerin, 15 Temmuz kalkışmasından sonra, ilk sınavda başarılı olmalarının mantıklı açıklaması yoktur.

Ama…

Bilim ve yüksek öğretim sahasındaki tüm olumsuzlukları FETÖ’ye bağlamak da haksızlık olacaktır.

AKP iktidarında rektörlük seçimleri kaldırılmış ve rektör atamaları doğrudan Cumhurbaşkanı’na (Devlet Başkanı) bırakılmıştır. YÖK’ün seçim yapması; müracaatları değerlendirmesi hikayedir.) Bu işlemin sonucu, “ÜNİVERSİTE YÖNETİMLERİNİN SİYASALLAŞMASI”dır.

Siyasallaşan üniversite yönetimleri, akademik ilerlemelerde tek belirleyici olmuş; kadroların dağıtımında kendi taraftarlarına öncelik tanımışlardır.

Ancak olay bundan da ibaret değildir.

Yardımcı doçentlik diye bir unvan ihdas edilerek, “torpillilere” süre beklemeden doçentlik ünvanı verilmiştir. Daha sonra sınavlar değiştirilerek, hayatında bir kez bile ders anlatmamış, üniversite dışı kişilere “e-posta” ile doçent olabilme imkânı sağlanmıştır. Jürilerin YÖK tarafından belirlenmesi ile istenilen adayların kolayca doçent olması yolu açıldıktan sonra, süreleri doldurduklarında, atadıkları rektörler vasıtasıyla üniversite dışı resmi kuruluşlarda veya özel üniversitelerde profesör olmalarının yolu açılmıştır.

Hiçbir bilimsel çalışması olmayan rektörler, işte bu sürecin sonucudur.

Profesör olduktan sonra ise… istenilen rektörlüklere, dekanlıklara, müdürlüklere getirilmeleri sıradan işlem haline gelmiştir. Son aşaması ise (ne biçim üniversite olduğunu hâlâ anlayamadığım) Sağlık Bilimleri Üniversitesinin Suriye’de açtığı Tıp Fakültesi’dir.

Ammaa…

Olay burada kalmayacaktır..

Eski sistemden kalan son hocalar yaş haddi nedeniyle emekliye ayrıldıklarında, yüksek öğretimimiz bu kolaycı hocaların elinde kalacaktır.

Bu olaylar, İLMİYE SINIFININ ÖNCE SESLERİNİN KESİLMESİ, SONRA KENDİ İSTEDİKLERİ MEDRESELERİN YARATILMASIDIR.

Hoş geldiniz Kadızâdeliler (!)..

Devam edeceğiz…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.