Vizyon Kuyumcu
Kenan ERZURUMLU
Köşe Yazarı
Kenan ERZURUMLU
 

Türk Devletleri ve Etnisite: X

Türkiye’de, 20. Yüzyılın sonlarından beri kışkırtılan etnik köken hareketleri olmuştur. Gürcü kimliğinin kışkırtılmasına ait ilk örneklerden biri,  1893 yılında Osmanlıca basılan Gürcî Köyleri adlı kitaptır. Söz konusu kitapta, "Çveneburi" lehçesinden ve Acaralılardan bahsedilmemekte; Gürcüce konuşabilen ve okuma yazma bilen Kafkas göçmenlerini , "Çürüksu Gürcüleri" tanımlamışlardır. Halbu ki aynı dönemde (1895 yılında) Sen Petersburg’da yayınlanan çalışmada, Gürcüler ve Guriler olarak 2 ayrı etnik gruptan bahsedilmekte; Gürcüler, Megreller, Pşavlar, Svanlar ve Tuşlar alt grupları olarak "Kartvel”leri oluşturmakta; Acaralar ise, “Guri”ler olarak ayrı sınıflandırılmaktadır Gurilerin 1886 yılındaki nüfusu 59.516 kişidir. Osmanlı’nın dikkatini çekmeyen bu küçük (?) teferruat, üzerinde düşünüldüğü zaman ne kadar büyük riskler taşıdığını ortaya koymaktadır. Ortalıkta buram buram, “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” kokmaktadır. Niçinini anlatayım: Öncelikle, Çveneburi lehçesi, Türkiye’deki Acara göçmenlerinin kullandığı lehçedir. Kartli dilinden farklıdır.Kitapta yapılan yorumlar ve verilen bilgilerle ACARA BÖLGESİNDEKİ KIPÇAK VARLIĞI YOK SAYILMIŞTIR. BU TUTUM, “MASUMANE” OLMAKTAN UZAKTIR. Bu kimlik erozyonu sebebiyledir ki, halen dahi antropolojik olarak Gürcülerden (Kartvel) çok farklı ve bariz KIPÇAK olan Acara göçmenlerinin bir kısmı kendilerini Çürüksu göçmeni olarak tanımlamaktadırlar. Cumhuriyet dönemi ile birlikte, milli kimlik desteklenirken, Kıpçak kökenli kardeşlerimiz de bu üst kimliğin çatısı altında yerlerini almışlardır. İnönü dönemiyle beraber “milli kültür” yerine Batı’nın kültürü ve değer yargıları esas alınmıştır. Ve bir diğer olay: Çok partili sisteme geçiştir. Çok partili sisteme geçiş her ne kadar, demokrasi adına önemli bir adım olsa da, bin yıldır milli kimliğini terk ederek, dini kimliği esas alan Batı Türklüğü’nde, cumhuriyetin ilanından sonra geçen 15 yılda milli kimliğin yaygınlaşması için yetersiz kalmıştır. Bu durum, çok partili meclisimizde etnik lobilerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Aynı gelişme sosyal hayatımızda ve TSK içerisinde de yaşanmıştır. 1950’den sonraki meclislere baktığımızda, Türk kökenli olanların sayısı tedricen azalmıştır. Diyebilirizki Büyük Millet Meclisimiz Osmanlı’nın Meclis-i Mebusan’ına benzemiştir. İki fark vardır: Meclis-i Mebusan’da (Osmanlı’da) gayri Türk-  gayri Müslim olanlar açık açık bilinir ve yolsuzluk ihanet yaptıklarında kelleri alınıp malları hazineye irad kaydedilirdi. 1950’den sonraki meclislerimizde çok az istisna (göstermelik bir iki kişi) dışında Türk kimliğini reddeden kriptolar ezici çoğunluğu sağlamışlardır ve yaptıkları her şey yanlarına kalmaktadır. Hatta o kadar ki, Halaçoğlu’nun son araştırmalarından birinde (Demirel dönemi) Bakanlar Kurulu’nda sadece 2 tane Türk kökenli kişi bulunduğu tespit edilmiş; günümüzde kriptoların yanında açık açık, “ben falanca etnik kökendenim” diyenler çoğalmıştır. Bu etnik kökene bağlı lobilerden biri de Gürcücülük akımıdır. ANAP döneminde devlet bürokrasisi içerisinde yapılanmaya başlayan Gürcü lobisi, Saadettin Tantan’ın İç İşleri Bakanlığı zamanında zirveye çıkmıştır. Tantan, Gürcü lobisini desteklerken, fahiş hata (İhanet de denebilir) yapan Abanoz gibileri de korumaya almıştır. Aynı dönemde Gürcülerin iskân edildiği Karadeniz illerinde siyasette Gürcü hâkimiyeti söz konusu olmuş; tüm siyasi partilerde seçilebilecek yerlere Gürcülerin konması için gayret sarf edilmiştir. AKP’nin iktidara gelmesinden ve R.T.Erdoğan’ın başbakan sıfatıyla Gürcistan parlamentosunda, “Ben de Gürcüyüm.” demesinden sonra, parlamento ve bürokrasideki Gürcüler pervasız hale gelmiştir. Açıkça dile getirilmeyen bu yapının gücünü gören siyasiler, ya bu gruba dahil olmak istemişler veya bu grubu oy deposu olarak kullanmak istemişlerdir. Bunlarda birisi de Süleyman Soylu’dur. Etnik aidiyetini açıklıkla belirleyemediğimiz Soylu, İç İşleri Bakanı iken Karadeniz’deki Gürcü lobisinden destek almak amacı ile onlara yakınlaşmış ve büroksi-seçimlerde her türlü desteği vermiştir. Sosyal hayatın bir gerçeği olarak, “siyasette hiçbir iyilik/kötülük karşılıksız kalmaz.” sözü geçerlidir. O iyilik yapılan illerin başında, Ordu ili gelmektedir. Bilhassa da Midrebolu Köyü’nden Tavlioğlu ailesi bulunmaktadır. (Köy Cumhuriyet döneminde ikiye ayrılarak Güzelyalı Mahallesi ve Yüceler Köyü’ne dönüştürülmüştür.) Köye ait facebook sayfasında aynen şu ifade bulunmaktadır: “Köyde yaşayanlar bilindiği üzere ermeni, rum, abaza gibi milletlerdir.” Bu ifade izaha muhtaçtır. Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, “İç İşleri Bakanı’nın çok sevdiği aile” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Oradan özetleyelim: Son belediye başkanlığı seçimi öncesinde, Ünye’de, “siyasi darbe” yapıldığını söyleniyordu. Terkoğlu şöyle yazmıştı. “Son anda kritik bir olay yaşandı. 20 Ocak 2019 günü Erdoğan miting için Ordu’ya geldi. Uçaktan inerken onu karşılayan isimlerin arasında Hilmi Güler de vardı. Erdoğan, elindeki aday listesini Güler’e uzattı. Adem Atik’in adının üstü kırmızı kalem ile çizilmişti. Onun yerine Hüseyin Tavlı’nın adı yazılmıştı. Ortalık buz kesti. İddia odur ki Atik’in yerine Tavlı’nın konması için “yüksek düzeyde” kulis yapanlar vardı. Elbette başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu! O gün uçakta Soylu’ya yakınlığıyla bilinen bugünün Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran’ın da olması tesadüf değildi. Erdoğan ikna edilmiş, Atik yerine Tavlı konmuştu.” Ünye’yi bu kadar önemli yapan, “rant” idi. “Ünye’de Karadeniz’in kritik bir limanı olduğunu söylersem herhalde sorumuz yanıt bulur. Konuşan kişi kim mi? Başlangıçta AKP’den Ünye Belediye Başkanı olması beklenen ancak ayak oyunlarıyla elenen Adem Atik’ten başkası değil. Ünye Belediye Başkanı yapılmayan Atik, AKP’den Ünye Belediye Meclis üyesi olmuştu. Yetmemiş, Ordu Belediye Başkanı Hilmi Güler onu yanına almış, başkan vekili yapmıştı. Üstüne üstlük, Ünye’deki limanın idaresini ona bağlamıştı.” “Söz konusu Hüseyin Atik kim diye sorarsanız:” Kendileri bizim Midrebolu’lu (şimdiki adıyla Güzelyalı-Yüceler) valimiz Orhan Tavlı’nın amcasının oğludur. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Orhan Tavlı, Çanakkale ve Muğla’da görev yapmaktadır. Hakkında yapılan şikâyetlere ve mahkeme kararına rağmen, İç İşleri Bakanlığı soruşturma izni vermediğinden işlem yapılmaz. Vali,  Samsun’a atanarak şikâyetlerin üstü örtülür. O dönemde Ordu’ya komşu 3 ilin (Giresun, Samsun, Tokat) valisi Ordu’lu olmuştur. (Ne tesadüf değil mi?) Çanakkale ve Muğla’da şikâyetlere (Özellikle madencilik ve orman sahaları ile ilgili) sebep olan Orhan Tavlı’nın Samsun’a atanma sebebi nedir? Samsun Kent Haber ve sosyal medyadaki paylaşımlarda, “KÜRTÜN VADİSİ’NE DİKKAT EDİN” deniyor. Devam edeceğiz… (Son bölüm: Tüm Kıpçak-Acaralara sesleniyorum)  
Ekleme Tarihi: 10 Nisan 2025 - Perşembe
Kenan ERZURUMLU

Türk Devletleri ve Etnisite: X

Türkiye’de, 20. Yüzyılın sonlarından beri kışkırtılan etnik köken hareketleri olmuştur. Gürcü kimliğinin kışkırtılmasına ait ilk örneklerden biri,  1893 yılında Osmanlıca basılan Gürcî Köyleri adlı kitaptır. Söz konusu kitapta, "Çveneburi" lehçesinden ve Acaralılardan bahsedilmemekte; Gürcüce konuşabilen ve okuma yazma bilen Kafkas göçmenlerini , "Çürüksu Gürcüleri" tanımlamışlardır.

Halbu ki aynı dönemde (1895 yılında) Sen Petersburg’da yayınlanan çalışmada, Gürcüler ve Guriler olarak 2 ayrı etnik gruptan bahsedilmekte; Gürcüler, Megreller, Pşavlar, Svanlar ve Tuşlar alt grupları olarak "Kartvel”leri oluşturmakta; Acaralar ise, “Guri”ler olarak ayrı sınıflandırılmaktadır Gurilerin 1886 yılındaki nüfusu 59.516 kişidir.

Osmanlı’nın dikkatini çekmeyen bu küçük (?) teferruat, üzerinde düşünüldüğü zaman ne kadar büyük riskler taşıdığını ortaya koymaktadır. Ortalıkta buram buram, “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” kokmaktadır.

Niçinini anlatayım:

Öncelikle, Çveneburi lehçesi, Türkiye’deki Acara göçmenlerinin kullandığı lehçedir. Kartli dilinden farklıdır.Kitapta yapılan yorumlar ve verilen bilgilerle ACARA BÖLGESİNDEKİ KIPÇAK VARLIĞI YOK SAYILMIŞTIR.

BU TUTUM, “MASUMANE” OLMAKTAN UZAKTIR.

Bu kimlik erozyonu sebebiyledir ki, halen dahi antropolojik olarak Gürcülerden (Kartvel) çok farklı ve bariz KIPÇAK olan Acara göçmenlerinin bir kısmı kendilerini Çürüksu göçmeni olarak tanımlamaktadırlar.

Cumhuriyet dönemi ile birlikte, milli kimlik desteklenirken, Kıpçak kökenli kardeşlerimiz de bu üst kimliğin çatısı altında yerlerini almışlardır.

İnönü dönemiyle beraber “milli kültür” yerine Batı’nın kültürü ve değer yargıları esas alınmıştır.

Ve bir diğer olay: Çok partili sisteme geçiştir.

Çok partili sisteme geçiş her ne kadar, demokrasi adına önemli bir adım olsa da, bin yıldır milli kimliğini terk ederek, dini kimliği esas alan Batı Türklüğü’nde, cumhuriyetin ilanından sonra geçen 15 yılda milli kimliğin yaygınlaşması için yetersiz kalmıştır. Bu durum, çok partili meclisimizde etnik lobilerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Aynı gelişme sosyal hayatımızda ve TSK içerisinde de yaşanmıştır.

1950’den sonraki meclislere baktığımızda, Türk kökenli olanların sayısı tedricen azalmıştır. Diyebilirizki Büyük Millet Meclisimiz Osmanlı’nın Meclis-i Mebusan’ına benzemiştir.

İki fark vardır: Meclis-i Mebusan’da (Osmanlı’da) gayri Türk-  gayri Müslim olanlar açık açık bilinir ve yolsuzluk ihanet yaptıklarında kelleri alınıp malları hazineye irad kaydedilirdi. 1950’den sonraki meclislerimizde çok az istisna (göstermelik bir iki kişi) dışında Türk kimliğini reddeden kriptolar ezici çoğunluğu sağlamışlardır ve yaptıkları her şey yanlarına kalmaktadır. Hatta o kadar ki, Halaçoğlu’nun son araştırmalarından birinde (Demirel dönemi) Bakanlar Kurulu’nda sadece 2 tane Türk kökenli kişi bulunduğu tespit edilmiş; günümüzde kriptoların yanında açık açık, “ben falanca etnik kökendenim” diyenler çoğalmıştır.

Bu etnik kökene bağlı lobilerden biri de Gürcücülük akımıdır.

ANAP döneminde devlet bürokrasisi içerisinde yapılanmaya başlayan Gürcü lobisi, Saadettin Tantan’ın İç İşleri Bakanlığı zamanında zirveye çıkmıştır.

Tantan, Gürcü lobisini desteklerken, fahiş hata (İhanet de denebilir) yapan Abanoz gibileri de korumaya almıştır. Aynı dönemde Gürcülerin iskân edildiği Karadeniz illerinde siyasette Gürcü hâkimiyeti söz konusu olmuş; tüm siyasi partilerde seçilebilecek yerlere Gürcülerin konması için gayret sarf edilmiştir.

AKP’nin iktidara gelmesinden ve R.T.Erdoğan’ın başbakan sıfatıyla Gürcistan parlamentosunda, “Ben de Gürcüyüm.” demesinden sonra, parlamento ve bürokrasideki Gürcüler pervasız hale gelmiştir.

Açıkça dile getirilmeyen bu yapının gücünü gören siyasiler, ya bu gruba dahil olmak istemişler veya bu grubu oy deposu olarak kullanmak istemişlerdir.

Bunlarda birisi de Süleyman Soylu’dur.

Etnik aidiyetini açıklıkla belirleyemediğimiz Soylu, İç İşleri Bakanı iken Karadeniz’deki Gürcü lobisinden destek almak amacı ile onlara yakınlaşmış ve büroksi-seçimlerde her türlü desteği vermiştir.

Sosyal hayatın bir gerçeği olarak, “siyasette hiçbir iyilik/kötülük karşılıksız kalmaz.” sözü geçerlidir.

O iyilik yapılan illerin başında, Ordu ili gelmektedir. Bilhassa da Midrebolu Köyü’nden Tavlioğlu ailesi bulunmaktadır. (Köy Cumhuriyet döneminde ikiye ayrılarak Güzelyalı Mahallesi ve Yüceler Köyü’ne dönüştürülmüştür.) Köye ait facebook sayfasında aynen şu ifade bulunmaktadır: Köyde yaşayanlar bilindiği üzere ermeni, rum, abaza gibi milletlerdir.”

Bu ifade izaha muhtaçtır.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, “İç İşleri Bakanı’nın çok sevdiği aile” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Oradan özetleyelim:

Son belediye başkanlığı seçimi öncesinde, Ünye’de, “siyasi darbe” yapıldığını söyleniyordu. Terkoğlu şöyle yazmıştı. “Son anda kritik bir olay yaşandı. 20 Ocak 2019 günü Erdoğan miting için Ordu’ya geldi. Uçaktan inerken onu karşılayan isimlerin arasında Hilmi Güler de vardı. Erdoğan, elindeki aday listesini Güler’e uzattı. Adem Atik’in adının üstü kırmızı kalem ile çizilmişti. Onun yerine Hüseyin Tavlı’nın adı yazılmıştı. Ortalık buz kesti.

İddia odur ki Atik’in yerine Tavlı’nın konması için “yüksek düzeyde” kulis yapanlar vardı. Elbette başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu! O gün uçakta Soylu’ya yakınlığıyla bilinen bugünün Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran’ın da olması tesadüf değildi. Erdoğan ikna edilmiş, Atik yerine Tavlı konmuştu.”

Ünye’yi bu kadar önemli yapan, “rant” idi.

“Ünye’de Karadeniz’in kritik bir limanı olduğunu söylersem herhalde sorumuz yanıt bulur.

Konuşan kişi kim mi? Başlangıçta AKP’den Ünye Belediye Başkanı olması beklenen ancak ayak oyunlarıyla elenen Adem Atik’ten başkası değil. Ünye Belediye Başkanı yapılmayan Atik, AKP’den Ünye Belediye Meclis üyesi olmuştu. Yetmemiş, Ordu Belediye Başkanı Hilmi Güler onu yanına almış, başkan vekili yapmıştı. Üstüne üstlük, Ünye’deki limanın idaresini ona bağlamıştı.”

“Söz konusu Hüseyin Atik kim diye sorarsanız:”

Kendileri bizim Midrebolu’lu (şimdiki adıyla Güzelyalı-Yüceler) valimiz Orhan Tavlı’nın amcasının oğludur.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Orhan Tavlı, Çanakkale ve Muğla’da görev yapmaktadır. Hakkında yapılan şikâyetlere ve mahkeme kararına rağmen, İç İşleri Bakanlığı soruşturma izni vermediğinden işlem yapılmaz. Vali,  Samsun’a atanarak şikâyetlerin üstü örtülür.

O dönemde Ordu’ya komşu 3 ilin (Giresun, Samsun, Tokat) valisi Ordu’lu olmuştur. (Ne tesadüf değil mi?)

Çanakkale ve Muğla’da şikâyetlere (Özellikle madencilik ve orman sahaları ile ilgili) sebep olan Orhan Tavlı’nın Samsun’a atanma sebebi nedir?

Samsun Kent Haber ve sosyal medyadaki paylaşımlarda, “KÜRTÜN VADİSİ’NE DİKKAT EDİN” deniyor.

Devam edeceğiz… (Son bölüm: Tüm Kıpçak-Acaralara sesleniyorum)

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.