Vizyon Kuyumcu
Kenan ERZURUMLU
Köşe Yazarı
Kenan ERZURUMLU
 

Nerede Bu Derin Devlet: IV

Üç bölümünü yazdığımız bu incelemede, “derin devlet”in varlığı, önemi ve gerekliği konularına kısaca değinmiş olduk.   Ancak önemli bir konuyu atlamamak gerekir. “Nerde bu devlet?” diyenler kadar, “derin devlet”ten bahsedenlerin ortak bir özellikleri bulunmaktadır. Bu kişilere, “devlet” veya “derin devlet nedir diye soracak olsanız ortak bir ifadeyi bulmanız oldukça zor olacaktır.   Kimisi “devlet”i radarla pusu kuran trafik polisi, kimisi suçlulara göz açtırmayan ekipler, kimisi dağlarda çarpışan asker, kimisi ücra köylerde öğretmenlik yapan genç kızlar, kimisi  cami imamı, kimisi vergi memuru, kimisi felaket anlarında yanında görmek istediği AFAD veya Kızılay görevlisi, kimisi hazinenin soyulmasına göz yuman siyasi, kimisi de “baba” olarak tarif edecektir.   Derin devlet de benzer şekilde tarif edilecektir. Kimine göre, devletin geleceği ile ilgili planlar yapan kurum, kimine göre askeri vesayetin temsilcileri, kimine göre kirli planların uygulayıcıları, kimine göre mafyanın akıl hocaları-kullananları, kimine göre kozmik odayı koruyamayan ve sekiz yüz küsur vatan evladının öldürülmesine sebep olan zavallılar, kimine göre “üst akıl”, kimine göre “encümen-i daniş”tir.   Bu tariflerin hepsinde haklılık payı vardır ve yapanın zihinsel kapasitesinin yanında, devlet anlayışları ve bilgi birikimleriyle alakalıdır.   Biz bu çalışmada, planlayıcı görev yapan kurum ve kurullar yerine “üst akıl” terimini; gizli-kapalı işlemlerin yürütülmesini sağlayanlar için “gizli birimler” tanımlarını kullanacağız.   Hemen belirtelim “üst akıl” hükumetlerin ve milli güvenlik kurulumum da üstünde devletin temel stratejilerini belirler konumdadır. Bunu söylerken, siyasi yönetimleri, üst akılın belirlediği planları uygulamacıları olarak görmemek gerekir. Zira üst akıldan en alt birimlere kadar tüm devlet birimlerinin insiyatif kullanma-karar verme hakları vardır. Şüphesiz bu hak aşağılara indikçe azalmaktadır. Zaten MERKEZİ YÖNETİM’in anlamı budur.   Zaman zaman ülkemizin belirli bölgelerinde, “yerel yönetimlere daha fazla özgürlük”, “yerel imkânların daha çok kendilerine kullanılması” gibi söylemlerin amacı, merkezi yönetimin zayıflatılmasından başka bir şey değildir.   Klasik sosyolojik-felsefi öğretilerde, devletin üç fonksiyonundan bahsedilir. Yasama (kara alma), yürütme (icra-uygulama), denetim (iç denetim ve yargı). Bilgi çağında iletişimin yaygınlaşması ve sosyal psikolojinin öneminin artmasına paralel olarak medya yönetimi de bu üçlüye eklenerek demokrasinin dört kuvvetinden biri haline gelmiştir.   Ancak devlet hayatından en az bu saydığımız kuvvetler kadar önemli olan bir dördüncü faktör daha vardır: DEVLET HAFIZASI…   “Tarih tekerrürden ibarettir” diyen özdeyiş, tarihten ders almayanlar içindir. Geçmişin bilinmesi-hatırlanması ancak devlet hafızası ile mümkündür. Devlet hafızası ancak kayıt ve belgelerle gerçekleşir.   Bizim devlet hafızamız, belirli birimlerde bayağı iyi iken belirli birimlerde belirgin şekilde yetersizdir. Örnek olarak, devlet hafızamızın en iyi olduğu yerlerden ikisi TSK ve Hariciye’dir. En kötülerden birisi, -belki de birincisi- milli eğitimdir. Yap-boz tahtasına dönen milli eğitimimizin, hali pür melalinin sebebi budur.   TSK ve dış işlerimizde ise, Osmanlı’dan devraldığımız mirasın payı büyüktür.   Atatürk dönemi ile ilgili iki örnek vermeden önce, Atatürk’ün de bir Osmanlı Paşası olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan borçlarıyla birlikte, “etki sahaları”nı da devraldığını hatırlatmak isterim:   Sakarya savaşının hemen öncesidir. Anadolu Türklüğü ölüm kalım mücadelesine hazırlanmaktadır. Atatürk’ün emriyle yabancı dil (Arapça-Farsça-İngilizce-Fransızca) bilen subaylardan 10’un üzerinde kişi seçilir. Seçilen subaylar cepheden alınır. Ortadoğu’dan Orta Asya’ya kadar görevlendirilir.   Cumhuriyet ilan edilmiştir. Memur ve öğretmen yapılacak okur yazar yetersizdi. İlkokulu bitiren kızlar aynı okula öğretmen atanıyordu. Ankara garına kurulan masalardaki görevliler, trenden inen yolculara okur-yazar olup olmadıklarını soruyorlar; olumlu cevap verenleri bakanlıklara götürüp memur yapıyorlardı. (28 Ekim 1927 yapılan sayımda, ülkede okuma yazma oranı genelde % 8.61, kadınlarda % 3.67; erkeklerde ise % 12.99 bulunmuştu.)   Bu şartlar altında iken Atatürk, Milli Eğitim’e emir veriyor, yetişmiş, dil bilen üşütün vasıflı öğretmenlerden seçerek dış Türklere ve etki sahalarına gönderiyordu. Sonraki yıllarda “Kemal’in öğretmenleri” olarak anılacak kişiler o seçilmiş idealistlerdi.   Devlet adamlığı ve “üst akıl” herhalde bu idi.   Devam edeceğiz.  
Ekleme Tarihi: 11 Ekim 2023 - Çarşamba
Kenan ERZURUMLU

Nerede Bu Derin Devlet: IV

Üç bölümünü yazdığımız bu incelemede, “derin devlet”in varlığı, önemi ve gerekliği konularına kısaca değinmiş olduk.

 

Ancak önemli bir konuyu atlamamak gerekir. “Nerde bu devlet?” diyenler kadar, “derin devlet”ten bahsedenlerin ortak bir özellikleri bulunmaktadır. Bu kişilere, “devlet” veya “derin devlet nedir diye soracak olsanız ortak bir ifadeyi bulmanız oldukça zor olacaktır.

 

Kimisi “devlet”i radarla pusu kuran trafik polisi, kimisi suçlulara göz açtırmayan ekipler, kimisi dağlarda çarpışan asker, kimisi ücra köylerde öğretmenlik yapan genç kızlar, kimisi  cami imamı, kimisi vergi memuru, kimisi felaket anlarında yanında görmek istediği AFAD veya Kızılay görevlisi, kimisi hazinenin soyulmasına göz yuman siyasi, kimisi de “baba” olarak tarif edecektir.

 

Derin devlet de benzer şekilde tarif edilecektir. Kimine göre, devletin geleceği ile ilgili planlar yapan kurum, kimine göre askeri vesayetin temsilcileri, kimine göre kirli planların uygulayıcıları, kimine göre mafyanın akıl hocaları-kullananları, kimine göre kozmik odayı koruyamayan ve sekiz yüz küsur vatan evladının öldürülmesine sebep olan zavallılar, kimine göre “üst akıl”, kimine göre “encümen-i daniş”tir.

 

Bu tariflerin hepsinde haklılık payı vardır ve yapanın zihinsel kapasitesinin yanında, devlet anlayışları ve bilgi birikimleriyle alakalıdır.

 

Biz bu çalışmada, planlayıcı görev yapan kurum ve kurullar yerine “üst akıl” terimini; gizli-kapalı işlemlerin yürütülmesini sağlayanlar için “gizli birimler” tanımlarını kullanacağız.

 

Hemen belirtelim “üst akıl” hükumetlerin ve milli güvenlik kurulumum da üstünde devletin temel stratejilerini belirler konumdadır. Bunu söylerken, siyasi yönetimleri, üst akılın belirlediği planları uygulamacıları olarak görmemek gerekir. Zira üst akıldan en alt birimlere kadar tüm devlet birimlerinin insiyatif kullanma-karar verme hakları vardır. Şüphesiz bu hak aşağılara indikçe azalmaktadır. Zaten MERKEZİ YÖNETİM’in anlamı budur.

 

Zaman zaman ülkemizin belirli bölgelerinde, “yerel yönetimlere daha fazla özgürlük”, “yerel imkânların daha çok kendilerine kullanılması” gibi söylemlerin amacı, merkezi yönetimin zayıflatılmasından başka bir şey değildir.

 

Klasik sosyolojik-felsefi öğretilerde, devletin üç fonksiyonundan bahsedilir. Yasama (kara alma), yürütme (icra-uygulama), denetim (iç denetim ve yargı). Bilgi çağında iletişimin yaygınlaşması ve sosyal psikolojinin öneminin artmasına paralel olarak medya yönetimi de bu üçlüye eklenerek demokrasinin dört kuvvetinden biri haline gelmiştir.

 

Ancak devlet hayatından en az bu saydığımız kuvvetler kadar önemli olan bir dördüncü faktör daha vardır: DEVLET HAFIZASI…

 

“Tarih tekerrürden ibarettir” diyen özdeyiş, tarihten ders almayanlar içindir. Geçmişin bilinmesi-hatırlanması ancak devlet hafızası ile mümkündür. Devlet hafızası ancak kayıt ve belgelerle gerçekleşir.

 

Bizim devlet hafızamız, belirli birimlerde bayağı iyi iken belirli birimlerde belirgin şekilde yetersizdir. Örnek olarak, devlet hafızamızın en iyi olduğu yerlerden ikisi TSK ve Hariciye’dir. En kötülerden birisi, -belki de birincisi- milli eğitimdir. Yap-boz tahtasına dönen milli eğitimimizin, hali pür melalinin sebebi budur.

 

TSK ve dış işlerimizde ise, Osmanlı’dan devraldığımız mirasın payı büyüktür.

 

Atatürk dönemi ile ilgili iki örnek vermeden önce, Atatürk’ün de bir Osmanlı Paşası olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan borçlarıyla birlikte, “etki sahaları”nı da devraldığını hatırlatmak isterim:

 

Sakarya savaşının hemen öncesidir. Anadolu Türklüğü ölüm kalım mücadelesine hazırlanmaktadır. Atatürk’ün emriyle yabancı dil (Arapça-Farsça-İngilizce-Fransızca) bilen subaylardan 10’un üzerinde kişi seçilir. Seçilen subaylar cepheden alınır. Ortadoğu’dan Orta Asya’ya kadar görevlendirilir.

 

Cumhuriyet ilan edilmiştir. Memur ve öğretmen yapılacak okur yazar yetersizdi. İlkokulu bitiren kızlar aynı okula öğretmen atanıyordu. Ankara garına kurulan masalardaki görevliler, trenden inen yolculara okur-yazar olup olmadıklarını soruyorlar; olumlu cevap verenleri bakanlıklara götürüp memur yapıyorlardı. (28 Ekim 1927 yapılan sayımda, ülkede okuma yazma oranı genelde % 8.61, kadınlarda % 3.67; erkeklerde ise % 12.99 bulunmuştu.)

 

Bu şartlar altında iken Atatürk, Milli Eğitim’e emir veriyor, yetişmiş, dil bilen üşütün vasıflı öğretmenlerden seçerek dış Türklere ve etki sahalarına gönderiyordu. Sonraki yıllarda “Kemal’in öğretmenleri” olarak anılacak kişiler o seçilmiş idealistlerdi.

 

Devlet adamlığı ve “üst akıl” herhalde bu idi.

 

Devam edeceğiz.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.