“Adliyelerimizde en önemli 2 olay nedir?” derseniz: Siyasallaşma ve 15 Temmuz 2016 kalkışması sonrası yaşanan kalite düşüklüğü derim.
Önce 15 Temmuz olayına değinelim.
Tekraren vurgulayalım ki: 15 Temmuz 2016olayı bir ihanettir. Alınan tedbirler doğrudur ama yeterli değildir.
15 Temmuz sonrası en çok memuriyetten çıkarılanlar adli sistemimizde olmuştur. 15 Temmuz 2016’dan 2022’ye kadar 4362 hâkim veya savcı memuriyetten ihraç edilmiştir. Türkiye genelinde toplam 22.820 Hâkim ve Cumhuriyet Savcısı bulunduğu göz önüne alınırsa, ihraç edilenlerin oranı % 19 olarak bulunur.
Ancak bu tasfiyelerin bir boşluk yarattığı ve yeni alınan savcı ve hâkimlerin bilgi ve tecrübe eksikliği yaşadıkları da bir gerçektir. Adalet sistemimiz yaşanan boşlukları doldurmak için, ya yeni mezunları, ya da daha önce imtihana girmiş, başarılı olamamış kişileri ve hatta avukatlık yaparken başarılı olamamış kişileri istihdam etmek zorunda kalmıştır. Bu durum adliyemizdeki insan faktörünün kalitesinde düşme ile sonuçlanmıştır. Öyle ki, dava salonundan tarafları çıkartarak ne yapacağını kâtip ver mübaşirlere danışan hâkimleri duyuyoruz. (Bu eleştirilerimiz kişilik değil; bilgi-tecrübe ve sorun çözme becerisi anlamındadır.)
Ancak…
Adliye sistemimizin son 20 yılda yaşadığı en büyük sorun, bunlardan hiç biri değildir. ENBÜYÜK SORUN SİYASALLAŞMADIR.
Demokrasiler kuvvetler ayrılığı prensibine dayanır. Yasama-yürütme ve denetleme (yargı) organları birbirleriyle ilişkili olmasına karşılık, doğrudan kontrol hakları yoktur. Ancak yasalarla belirlenen yetkileri kullanırlar.
Ülkemizde son yirmi yılda, yargı, yapılan değişikliklerle adım adım yürütmenin kontrolüne alınmaya çalışılmıştır. Hele ki başkanlık sisteminden sonra bu çalışmalar daha da ciddi boyutlara ulaşmıştır.
“Yapılanlar doğru mudur?” derseniz…
Katılmak mümkün değildir.
Yargıtay Anayasa Mahkemesinin kararını kabul etmeyerek, üyeler hakkında suç duyurusunda bulundu…
Al sana bir hukuk garabeti daha….
Niçin mi?
Anayasa mahkemesinin kararları kesindir. Tüm hâkimler de uymak zorundadır. Yargıtay kabul etmemiş; üstelik suç duyurusunda bulunmuş.
Unutulan bir şey var: Ya vatandaşlardan birisi de “Anayasa’yı bir kez de ben çiğnesem bir şey olmaz” derse… Ya bir vatandaş mahkemelerin kesinleşmiş kararını kabul etmiyorum deyip hakkını kendi aramaya kalkarsa (ihkak-ı hak)… Ya aleyhine karar veren hâkimden hakkını kendi almaya kalkışırsa… Ne olur?
Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan hâkimin verdiği bir karardan dolayı fiilî bir protesto ile karşılaşmasını düşünmek bile istemiyorum.
Anayasa, kanunlar, yönetmelikler sosyal düzenin sağlanması için vardırlar. İhtiyaç halinde o düzenleyici kuralların değişmesinin kuralları da kendi içlerinde bulunmaktadır. Hiç kimsenin, -buna cumhurbaşkanı, milletvekilleri ve tüm hukukçular da dâhil olmak üzere- yazılı kuralları yok sayma lüksü olamaz. Dahası, yasaları yok saymak da suçtur. Öyle ki, “Anayasanın bir defa delinmesi ile hiçbir şey olmaz” sözü TCK’nun 309. maddesine göre suçtur. Söz konusu madde, “Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar” hükmünü haizdir.
Hemen belirtelim TCK 309. Maddede belirtilen “cebir” kavramı Yargıtay içtihatlarına göre “maddi ve manevi zorlama” anlamında kabul edilmektedir.
Keza, Anayasa’nın ilk dört maddesi değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. Bu yasağa aykırı olarak Anayasayı değiştirmeye ya da ortadan kaldırmaya kalkışmak cebir kabul edileceğinden Anayasayı ihlal suçunu oluşturur.
Öte yandan, adalet sisteminin tüm çalışanları, meri hukuka uymak zorundadır. Hiçbir hâkim ve/veya savcının yasaların ve yönetmeliklerin kendilerine vermedikleri bir yetkiyi kullanmaları veya uymak zorunda oldukları kuralları yok saymaları mümkün ve yasal değildir.
Keza, Anayasa Mahkemesi'nin istisnasız bütün kararları Anayasa madde 153’e göre kesin ve bağlayıcıdır. Zira, Anayasa madde 148’e göre, “Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.”
Anayasa Mahkemesi’nin kararları bağlayıcıdır: “Madde 153. (Son) Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Hal bu iken: bir hâkimin (Yargıtay’ın) Anayasa Mahkemesi kararlarına uymaması/yok sayması, her şeyden önce yasalara aykırıdır. Ona destek veren siyâsîler de suçu övmekte-teşvik etmektedirler. TCK madde 214 ve 215’e göre, bu da suçtur.
Hepsini geçtik diyelim ve bir vatandaş olarak mahkemelerin verdiği kararı yok sayıp herkesin kafasına göre tasarrufta bulunduğunu varsayalım. Bunun sonucu nereye varır.Biraz kaba bir atasözümüzü hatırladım: “İmam…. Cemaat…..”
Hemen söyleyelim: Hukukun uygulanmadığı yerde Anarşi ve kaos doğar. Anarşi ve kaosun içinde ilk boğulanlarda devlet ve adliye olur. “Devlet-i Âliyye”, “devlet-i âdiye”ye döner.
Geldiğimiz nokta, işte budur.