Vizyon Kuyumcu

Teo-stratejiler ve Türkiye: XII

Gündem 24.01.2025 - 10:58, Güncelleme: 24.01.2025 - 10:58
 

Teo-stratejiler ve Türkiye: XII

Demokrat Parti dönemi ile başlayan, dinî gruplara verilen -siyâsî amaçlı- tavizler, etnik aidiyetlerin de eklenmesi ile siyâsî güç haline gelmiş ve devlet yapısına girmişlerdir.

Hemen belirtelim İslâm Âlemi’nde hiçbir dinî hareket ülkelerinin iç dinamiklerinden kaynaklanmamış; tamamı Hıristiyan ve Siyonist güç odaklarınca desteklenmiş ve yönlendirilmişlerdir. Hemen belirtelim: on ikinci asırdan itibaren siyâsî-ekonomik ve sosyal kulüpler haline gelen tarikatlar ve başlarında bulunanlar, günümüzde sufî görünümlü ajanlara devşirilmişlerdir. Bu sonuçta batılı güç odakları kadar yetersiz din ve devlet adamlarımız da etkili olmuşlardır. Hâli hazırda öyle bir Türkiye’de yaşıyoruz ki: Günümüz Türkiye’sinde belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunlara bağlı 400 kol bulunmaktadır. 2022 itibariyle sadece İstanbul’da 445 tekke tüm Türkiye’de 800’ün üzerinde faal medrese vardır. “Seyda” denilen eğitimcilerin çoğunluğunu, 1980-1994 yılları arasında İran’da eğitim aldığı; bu kişilerin Hizbullah örgütüne yakın oldukları da biliniyor.   Din eğitiminin özel kuruluşlara ve yeterli kontrol olmadan (?) bırakılması; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırıdır. Dahası, 3 yaşına kadar inmiş bulunan Kur’an kursu başlama yaşı son derece tehlikeli hal almıştır. Bu cümleden olarak ülkemizde bulunan Hıristiyan din adamı yetiştiren kurumların kontrollerinin ve idarelerinin azınlıklara bırakılması son derece sakıncalıdır. Dahası, uluslararası anlaşmalara uymamaktadır. Zira, anlaşmalara göre Patrikhane, Türkiye Cumhuriyeti’nin Eyüp Kaymakamlığı’na bağlı bir resmi kurumdur. Heybeliada Ruhban Okulu, -yasalar gereği- Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolünde olmalıdır.   Kur’an kurslarında eğitim görenlerin ve/veya tarikat mensuplarının neredeyse tamamı milli kimliği ve milli devleti reddeden bir anlayışa sahiptir.   Türk kimliğini reddeden dinî grup mensupları, ülkemizi “DAR-ÜL HARB” olarak görmekte; çalmayı-çırpmayı ve devlete vergi vermemeyi meşru kabul etmektedir. Bu kişiler devlete vergi vermektense tarikatlarda himmet (bağış) da bulunmayı tercih etmektedirler.   FETÖ olayında görüldüğü üzere, tarikat mensupları devlet içine parelel devlet olarak yapılanmakta; amirlerinin/komutanlarının emirlerine uymaktansa tarikattaki şıh-halife-ağabeylerinin emrini yerine getirmeyi temsil etmektedirler.   Bu yapılanma, Cumhurbaşkanının 5 yaverinden dördünü içine alacak kadar etkili hale gelmiştir. (Beşincisi şüphelidir.)   Siyâsî kadrolarımız kısa süreli menfaatler için tehlikeli dinî hareketlerin/tarikatların üstüne gitmemekte; hatta onlara kolaylık sağlamaktadır. Her seçim döneminde  yasa dışı olan bir paramiliter gruba zeytin dalı uzatmak  siyasetimizin karekteristiği olmuştur.   Diyanet İşleri Başkanlığımız, yetersiz kalmıştır. Sadece dar bir kesimi temsil etmektedir. Diyanetten Farklı mezhep-tarikat ve hatta dinlere yönelik hizmet ve kararlar beklemek boşunadır.   İlahiyat fakülteleri siyasetin kontrolünde, farklı görülerle kapalıdır. “Ezber bozan görüş”lere sahip olan ilahiyatçılar susturulmakta veya yaftalanarak dışlanmaktadır. “İslâm’ın güncellenmesi lazım” diyen Cumhurbaşkanı karşısında “gık”ları çıkmayanlar, farklı yorumlar yapan ilahiyat hocaları karşısında ceberrutlaşmaktadırlar.    Kaldı ki: 300 milyonluk Türk Dünyası’nda farklı dinler, mezhepler ve tarikatlar bulunmaktadır. Bu şartlarda iken, ilahiyatçıların ve din adamlarının, inanç önderliğinin yanında, Türk devletleri-toplumları arasında dayanışmayı kuvvetlendirmek ve en önemlisi inanç sahasındaki boşluğa izin vermemek görevleri vardır. İlahiyat fakültelerinde okuyan 300-500 öğrenci bu görevler için yetersizdir. Yaklaşık 4,5 milyon kilometrekarelik coğrafyaya ve 2 trilyon dolarlık ekonomik hacme ulaşan Türk dünyasının ortasında dünya ile kavga eden Şii İran (nüfusunun yaklaşık % 45-50’si Türktür);  Karadeniz’in Kuzey’inde Türklüğün ileri karakolu konumunda Hıristiyan Gagauzlar, Altay-Sibirya hattında Hıristiyan-Göktanrı ve Akdin inançlarında Türkler bulunmaktadır.  Dahası, Orta Asya’daki Sünni Müslüman Türklerin inançları Anadolu’daki Eş’arî’liğe kaymış Sünnilikten oldukça farklıdır. Ülkemizdeki İlahiyat Fakültelerinde esas olarak sünnî Müslümanlık eğitimi verilmekte; diğer mezhepler şöyle bir değinilmektedir. Diğer dinler ise hiç yokmuş gibi kabul edilmektedir. Bu yanlıştır.   Sosyolojik olarak sık tekrarlanan bir kural vardır: Doğa boşluğu kabul etmez. Ya da başka bir deyişle, “Boşluğu doldurmazsanız, dolduran bulunur.” Yıllar önce Papa Eftim’in torunu ve katıksız bir Türk milliyetçisi olan Sevgi Erenerol ile sohbet ediyordum. Cemaatlerinin kaç kişi olduğunu küçük bir rakam olarak cevap verdi. Din adamlarının nerede eğitildiğini sorduğumda kendi çevrelerinde kendilerinin eğittiğini söylemişti. Üzülmüştüm. 1999-2002 arasında yazdığım kitaplarda bu konuyu ısrarla işlemiş ve ilahiyat fakültelerinde diğer dinlere ait din adamlarını da yetiştirecek şekilde program değişikliği istemiştim. Konu çok mühimdi; kimse ciddiye almadı.   Şöyle ki: Sovyetler Birliği çatısı altında kalan Türk Dünyası 70 yıl dinden ve din eğitiminden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Öyle ki, “Salavat”ı, “Fatiha” diye okuyan nesiller yetişti. Türklüğün moral dünyasında boşluk oluştu. Doldurulması gerekiyordu. Doldurulmadı. Başkaları doldurdu.Güney Asya’daki radikal dinci akımlar coğrafyamıza sarktı. İran’ın Şia’sı için bakir topraklardı. Onlarda girdiler. Yetmedi. Türklüğü mevâlî olarak gören Suudîler Vehhabîliği içimize soktular. Çok acı bir hatıra olarak, Baküye gittiğimde namaz kılmak için bilmeden girdiğim Şia camisinde neredeyse dayak yiyecektim. Daha sonraki gidişimde gittiğim Sünni camisinde ise, -gençlerle sohbet ederken Vehhabîler tarafından dışarı çıkmam istendi. Kazakistan’dan, Kırgızistan’dan benzer haberler aldım. Ama maalesef öylece kalmadı. İran’ın Şia’sı, Afganistan’ın Taliban’ı, Arabistan’ın Vehhabiliği on yıllardır Türkiye’yi hedef aldı. İçimize girdiler. Bizimkiler uyudular. Uyandılar mı? Sanmıyorum. Hala “İslâm kardeşliği” rüyaları görüyorlar. İslâm kardeşliğinin ne-nasıl olduğunu bilseler yüreğim yanmayacak. Daha önce anlatmıştım. Kısaca tekrarlayayım. Hicretle beraber Medine’ye gelen muhacirlerin sıkın­tılar çekmeleri üzerine Medineli Müslümanlar, dayanışma (?) içine girerek, bağ-bahçelerden bir kısmını muhacirlere verdiler. Dahası, çok sayıda (birden fazla) hanımı olanlar bazılarını boşayarak muhacirlerle evlenmelerini sağladılar. Hatta, “Abdurrahman ibni Avf’ın …. İslâm kardeşi kendisine şöyle demişti: İşte servetim. Onların yarısını sana veriyorum; iki hanımım var, senin seçeceğin birini hemen boşayayım ve sen onunla evlen.” Olayın Mekke’de, “Medine’ye gidenlere kadın ve bağ-bahçe veri­yorlarmış.” şeklinde duyulması üzerine, Mekke’nin tüm işsiz-güçsüz ve aylak takımı Medine’ye hicret etmeye başladılar. “Ameller, niyetlere gö­redir.” meâlindeki hadîs o zamandan kalmadır.    Nedense bizim İslâm kardeşliğini sakız edenler, servetlerinden vermektense hazineden veriyorlar. Sünnettir diyerek, hanımlarını (dinî-medenî nikahlı) boşayıp; bekar göçmenlerle evlendirmiyorlar. Devam edeceğiz.  
Demokrat Parti dönemi ile başlayan, dinî gruplara verilen -siyâsî amaçlı- tavizler, etnik aidiyetlerin de eklenmesi ile siyâsî güç haline gelmiş ve devlet yapısına girmişlerdir.

Hemen belirtelim İslâm Âlemi’nde hiçbir dinî hareket ülkelerinin iç dinamiklerinden kaynaklanmamış; tamamı Hıristiyan ve Siyonist güç odaklarınca desteklenmiş ve yönlendirilmişlerdir.

Hemen belirtelim: on ikinci asırdan itibaren siyâsî-ekonomik ve sosyal kulüpler haline gelen tarikatlar ve başlarında bulunanlar, günümüzde sufî görünümlü ajanlara devşirilmişlerdir. Bu sonuçta batılı güç odakları kadar yetersiz din ve devlet adamlarımız da etkili olmuşlardır.

Hâli hazırda öyle bir Türkiye’de yaşıyoruz ki:

  1. Günümüz Türkiye’sinde belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunlara bağlı 400 kol bulunmaktadır. 2022 itibariyle sadece İstanbul’da 445 tekke tüm Türkiye’de 800’ün üzerinde faal medrese vardır. “Seyda” denilen eğitimcilerin çoğunluğunu, 1980-1994 yılları arasında İran’da eğitim aldığı; bu kişilerin Hizbullah örgütüne yakın oldukları da biliniyor.
     
  2. Din eğitiminin özel kuruluşlara ve yeterli kontrol olmadan (?) bırakılması; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na aykırıdır. Dahası, 3 yaşına kadar inmiş bulunan Kur’an kursu başlama yaşı son derece tehlikeli hal almıştır. Bu cümleden olarak ülkemizde bulunan Hıristiyan din adamı yetiştiren kurumların kontrollerinin ve idarelerinin azınlıklara bırakılması son derece sakıncalıdır. Dahası, uluslararası anlaşmalara uymamaktadır. Zira, anlaşmalara göre Patrikhane, Türkiye Cumhuriyeti’nin Eyüp Kaymakamlığı’na bağlı bir resmi kurumdur. Heybeliada Ruhban Okulu, -yasalar gereği- Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolünde olmalıdır.
     
  3. Kur’an kurslarında eğitim görenlerin ve/veya tarikat mensuplarının neredeyse tamamı milli kimliği ve milli devleti reddeden bir anlayışa sahiptir.
     
  4. Türk kimliğini reddeden dinî grup mensupları, ülkemizi “DAR-ÜL HARB” olarak görmekte; çalmayı-çırpmayı ve devlete vergi vermemeyi meşru kabul etmektedir. Bu kişiler devlete vergi vermektense tarikatlarda himmet (bağış) da bulunmayı tercih etmektedirler.
     
  5. FETÖ olayında görüldüğü üzere, tarikat mensupları devlet içine parelel devlet olarak yapılanmakta; amirlerinin/komutanlarının emirlerine uymaktansa tarikattaki şıh-halife-ağabeylerinin emrini yerine getirmeyi temsil etmektedirler.
     
  6. Bu yapılanma, Cumhurbaşkanının 5 yaverinden dördünü içine alacak kadar etkili hale gelmiştir. (Beşincisi şüphelidir.)
     
  7. Siyâsî kadrolarımız kısa süreli menfaatler için tehlikeli dinî hareketlerin/tarikatların üstüne gitmemekte; hatta onlara kolaylık sağlamaktadır. Her seçim döneminde  yasa dışı olan bir paramiliter gruba zeytin dalı uzatmak  siyasetimizin karekteristiği olmuştur.
     
  8. Diyanet İşleri Başkanlığımız, yetersiz kalmıştır. Sadece dar bir kesimi temsil etmektedir. Diyanetten Farklı mezhep-tarikat ve hatta dinlere yönelik hizmet ve kararlar beklemek boşunadır.
     
  9. İlahiyat fakülteleri siyasetin kontrolünde, farklı görülerle kapalıdır. “Ezber bozan görüş”lere sahip olan ilahiyatçılar susturulmakta veya yaftalanarak dışlanmaktadır. “İslâm’ın güncellenmesi lazım” diyen Cumhurbaşkanı karşısında “gık”ları çıkmayanlar, farklı yorumlar yapan ilahiyat hocaları karşısında ceberrutlaşmaktadırlar. 
     
  10. Kaldı ki: 300 milyonluk Türk Dünyası’nda farklı dinler, mezhepler ve tarikatlar bulunmaktadır. Bu şartlarda iken, ilahiyatçıların ve din adamlarının, inanç önderliğinin yanında, Türk devletleri-toplumları arasında dayanışmayı kuvvetlendirmek ve en önemlisi inanç sahasındaki boşluğa izin vermemek görevleri vardır. İlahiyat fakültelerinde okuyan 300-500 öğrenci bu görevler için yetersizdir.

    Yaklaşık 4,5 milyon kilometrekarelik coğrafyaya ve 2 trilyon dolarlık ekonomik hacme ulaşan Türk dünyasının ortasında dünya ile kavga eden Şii İran (nüfusunun yaklaşık % 45-50’si Türktür);  Karadeniz’in Kuzey’inde Türklüğün ileri karakolu konumunda Hıristiyan Gagauzlar, Altay-Sibirya hattında Hıristiyan-Göktanrı ve Akdin inançlarında Türkler bulunmaktadır. 

    Dahası, Orta Asya’daki Sünni Müslüman Türklerin inançları Anadolu’daki Eş’arî’liğe kaymış Sünnilikten oldukça farklıdır. Ülkemizdeki İlahiyat Fakültelerinde esas olarak sünnî Müslümanlık eğitimi verilmekte; diğer mezhepler şöyle bir değinilmektedir. Diğer dinler ise hiç yokmuş gibi kabul edilmektedir.

    Bu yanlıştır.
     
  11. Sosyolojik olarak sık tekrarlanan bir kural vardır: Doğa boşluğu kabul etmez. Ya da başka bir deyişle, “Boşluğu doldurmazsanız, dolduran bulunur.”

    Yıllar önce Papa Eftim’in torunu ve katıksız bir Türk milliyetçisi olan Sevgi Erenerol ile sohbet ediyordum. Cemaatlerinin kaç kişi olduğunu küçük bir rakam olarak cevap verdi. Din adamlarının nerede eğitildiğini sorduğumda kendi çevrelerinde kendilerinin eğittiğini söylemişti. Üzülmüştüm. 1999-2002 arasında yazdığım kitaplarda bu konuyu ısrarla işlemiş ve ilahiyat fakültelerinde diğer dinlere ait din adamlarını da yetiştirecek şekilde program değişikliği istemiştim. Konu çok mühimdi; kimse ciddiye almadı.
     
  12. Şöyle ki: Sovyetler Birliği çatısı altında kalan Türk Dünyası 70 yıl dinden ve din eğitiminden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Öyle ki, “Salavat”ı, “Fatiha” diye okuyan nesiller yetişti. Türklüğün moral dünyasında boşluk oluştu. Doldurulması gerekiyordu. Doldurulmadı.

Başkaları doldurdu.Güney Asya’daki radikal dinci akımlar coğrafyamıza sarktı. İran’ın Şia’sı için bakir topraklardı. Onlarda girdiler. Yetmedi. Türklüğü mevâlî olarak gören Suudîler Vehhabîliği içimize soktular.

Çok acı bir hatıra olarak, Baküye gittiğimde namaz kılmak için bilmeden girdiğim Şia camisinde neredeyse dayak yiyecektim. Daha sonraki gidişimde gittiğim Sünni camisinde ise, -gençlerle sohbet ederken Vehhabîler tarafından dışarı çıkmam istendi.

Kazakistan’dan, Kırgızistan’dan benzer haberler aldım.

Ama maalesef öylece kalmadı.

İran’ın Şia’sı, Afganistan’ın Taliban’ı, Arabistan’ın Vehhabiliği on yıllardır Türkiye’yi hedef aldı. İçimize girdiler.

Bizimkiler uyudular.

Uyandılar mı?

Sanmıyorum.

Hala “İslâm kardeşliği” rüyaları görüyorlar.

İslâm kardeşliğinin ne-nasıl olduğunu bilseler yüreğim yanmayacak.

Daha önce anlatmıştım. Kısaca tekrarlayayım.

Hicretle beraber Medine’ye gelen muhacirlerin sıkın­tılar çekmeleri üzerine Medineli Müslümanlar, dayanışma (?) içine girerek, bağ-bahçelerden bir kısmını muhacirlere verdiler. Dahası, çok sayıda (birden fazla) hanımı olanlar bazılarını boşayarak muhacirlerle evlenmelerini sağladılar.

Hatta, “Abdurrahman ibni Avf’ın …. İslâm kardeşi kendisine şöyle demişti: İşte servetim. Onların yarısını sana veriyorum; iki hanımım var, senin seçeceğin birini hemen boşayayım ve sen onunla evlen.”

Olayın Mekke’de, “Medine’ye gidenlere kadın ve bağ-bahçe veri­yorlarmış.” şeklinde duyulması üzerine, Mekke’nin tüm işsiz-güçsüz ve aylak takımı Medine’ye hicret etmeye başladılar. “Ameller, niyetlere gö­redir.” meâlindeki hadîs o zamandan kalmadır.   

Nedense bizim İslâm kardeşliğini sakız edenler, servetlerinden vermektense hazineden veriyorlar. Sünnettir diyerek, hanımlarını (dinî-medenî nikahlı) boşayıp; bekar göçmenlerle evlendirmiyorlar.

Devam edeceğiz.

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.