Vizyon Kuyumcu

Nerede Bu Derin Devlet? XII

Gündem 09.11.2023 - 00:27, Güncelleme: 09.11.2023 - 00:27
 

Nerede Bu Derin Devlet? XII

Bu bölüme kadar anlattığımız ve yorumladığımız bilgilerin çoğunluğu kamuoyuna açıktır. Gerek istihbarat ve gerekse savunma ile ilgili kurumların, stratejik açıdan devletin derinlikleri ile ilgili olmalarına karşın; karar alma ve gizlilik noktasında “üst akıl” olduklarını söylemek güçtür.

“Bununla beraber, yakın ve uzak tarihimizde yeniden yorumlanmasına ihtiyaç duyduğumuz bazı olayların, yapılan yorumların arkasında başka gerçeklerin olması mümkündür. Hatta, kesindir.   Örnek: Toplam 10 milyon kilometrekareyi kapsayan Osmanlı İmparatorluğu’nda merkezi yönetimin her bölgeye mutlak hâkim olduğunu ve tüm kararların merkezden alındığını söylemek güçtür. En hızlı yöntemlerle bile haberleşmenin aylar aldığı Kuzey Afrika, Yemen, Hicaz gibi bölgelerde, idareyi sürdüren idareci ve komutanların yanlarında “devlet aklının temsil eden kişi veya gruplar”ın bulunması zorunluluktur.   Hafızası olmayan hiçbir devletin ayakta kalmasının mümkün olmadığı da bir gerçektir. Yüzyıllarca süren Osmanlı idaresinde mahalli akıl ve hafıza, bölgesel idareciler ve etrafındaki devlet ricali ile gerçekleşir. Bu kadro, bölgeyi ve bölge insanlarını iyi bilen ve kin tutmayan ancak asla unutmayan kadrodur. O kadronun temel kaynakları, merkeze bildirilen raporlar ve mahallinde tutulan evraklardır. O evrakların başında da, -daha önce kısaca bahsettiğimiz- vali ve garnizon komutanlarının tuttukları rapor- defterler gelir. O belgeler-defterler günümüzde dahi gizlidir ve kamuoyuna/araştırıcılara açılmamaktadır.   Yakın tarihimize gelince üç olayın üzerinde durmak gerekir.   Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşu, Kuvâ-yi Milliye’nin Kuruluşu ve Atatürk’ün Anadolu’ya geçişi.   Teşkilatı Mahsusa 1913’te kurulmuş; 1918’de lav edilmiştir. Toplam süresi 5 yıldır.   İyi ama…   Beş yıllık süreçte bunca görevi hangi kadro ile nasıl yerine getirebilmiştir?   Teşkilatı Mahsusa ve Kuvâ-yi Milliye’nin okulu veya özel bir eğitim sistemi-yeri yoktur. İstanbul’da olsa bile Arabistan çöllerinde veya Azerbaycan’daki bunca yetişmiş insanı nasıl ve nereden bulmuştur? Çok muhtemeldir ki, her şehirde, milli hisleri ve ataklıkları ile tebarüz etmiş bilinen kişiler teşkilata alınmış ve görevlendirilmişlerdir. 1918’de teşkilatın lağvından sonra aynı kişiler bulundukları yerlere göre istihbarat, gizli direniş grupları, Kuvayı Milliye ve/veya düzenli ordu saflarında hizmete devam etmişlerdir. Başından beri bu yapının bir düzenleyicisi/hazırlayıcısı olması gerekmez mi?   1918’de kurulan Kuvayı Milliye iki yıl sonra Tüm Anadolu’ya yayılmış ve 15.000 kişilik güce ulaşmıştır. O dönemde Anadolu’nun nüfusunun 10 milyon kişi olduğu düşünülürse, bu rakamın bu kadar kısa sürede, kendiliğinden oluşması çok zordur. Dahası Halife ve bir kısım din adamı (?) geçinenlerin şiddetli muhalefetlerine rağmen böylesi gelişme ancak bilinçli bir kadronun çalışması ile mümkün olabilir.   Atatürk, Anadolu’ya geçtiğinde, Samsun, Amasya, Sivas, Erzurum üzerinden Ankara’ya gelmiştir.   O yıllarda Ankara, hiçbir özelliği olmayan sıradan orta halli bir Anadolu kasabasıdır. Atatürk Ankara’yı niçin seçmiştir? Bu soru günümüzde bile hala yeterince sorulup araştırılmamaktadır.   Orta Anadolu, Oğuzların Ön Asya’da ilk yerleşim bölgesidir. Selçuklular zamanında Anadolu’ya gelen Oğuz boyları ilk dönemlerinde, Elazığ-Harput-Erzincan- Urfa ve Maraş bölgelerinde iskân ediliyorlardı. Fetihlerle beraber buradan alınan oymaklar yeni fethedilen bölgelere göç ettiriliyordu. Osmanlıların ilk zamanlarında bu merkez, Konya, Karaman,  Kastamonu Çankırı bölgelerine kaydı. Gelen oymaklar önce bu bölgelere yerleştiriliyor; bilahare yeni fethedilen bölgelere sevk ediliyorlardı.   Atatürk, milli direnişin merkezi olarak sınırlarını saydığım bu bölgenin tam merkezini seçmiştir. Dahası Ankara, Gazi Dervişân’ın, Horasan Erenleri’nin Anadolu’daki etki sahalarının tam göbeğindedir.   Devletin her şeyiyle şeffaf olması mümkün mü?   Asla değil. Ama birileri de bir şeyleri anlatıyor.   Atsız Hoca’nın “Delikurt”u gerçek bir olaydan esinlenilmiştir. Saraydan dışlanan ve kimliklerini gizleyerek yaşayan Osmanlı şehzadelerinin hikayesidir. Refet Körüklü Amca’nın “Saklıkent”i, Delikurt’un devamıdır. O kitap Türkçü camiada da yeterince okunmamıştır.   Rahmetli, bana kitabı gönderdiğinde uzun uzun konuştuk. Kitabın gerçek hikayesini anlattı. Sadece bir şeyi söylemedi: Bahse konu yerleşim yerinin ismini… Israrım üzerine, “bana bu bilgi, kimseye açıklamamak üzere yemin ettirilerek verildi. Sana da söyleyemem” dedi. Küçük ipuçları verdi.   Araştırma sürecinde Rahmetli Refet Ağabey’in ismini verdiği kişilerin oğullarına-torunlarına ulaştığımda, onların da hiçbir şey bilmediklerini veya söylemediklerini gördüm. Uzun lafın kısası, Çelebi Mehmet zamanından beri bir kısım Osmanoğulları, kimliklerini açıklamadan bir yerlerde yaşıyorlar. Kendileri ortaya çıkmıyorlar; bilenler de gizlemeyi tercih ediyorlar.   Yüzyıllardır niçin gizlendiklerini düşününce… (Bence doğru yapıyorlar)   Devam edeceğiz…  
Bu bölüme kadar anlattığımız ve yorumladığımız bilgilerin çoğunluğu kamuoyuna açıktır. Gerek istihbarat ve gerekse savunma ile ilgili kurumların, stratejik açıdan devletin derinlikleri ile ilgili olmalarına karşın; karar alma ve gizlilik noktasında “üst akıl” olduklarını söylemek güçtür.

“Bununla beraber, yakın ve uzak tarihimizde yeniden yorumlanmasına ihtiyaç duyduğumuz bazı olayların, yapılan yorumların arkasında başka gerçeklerin olması mümkündür. Hatta, kesindir.

 

Örnek:

Toplam 10 milyon kilometrekareyi kapsayan Osmanlı İmparatorluğu’nda merkezi yönetimin her bölgeye mutlak hâkim olduğunu ve tüm kararların merkezden alındığını söylemek güçtür. En hızlı yöntemlerle bile haberleşmenin aylar aldığı Kuzey Afrika, Yemen, Hicaz gibi bölgelerde, idareyi sürdüren idareci ve komutanların yanlarında “devlet aklının temsil eden kişi veya gruplar”ın bulunması zorunluluktur.

 

Hafızası olmayan hiçbir devletin ayakta kalmasının mümkün olmadığı da bir gerçektir. Yüzyıllarca süren Osmanlı idaresinde mahalli akıl ve hafıza, bölgesel idareciler ve etrafındaki devlet ricali ile gerçekleşir. Bu kadro, bölgeyi ve bölge insanlarını iyi bilen ve kin tutmayan ancak asla unutmayan kadrodur. O kadronun temel kaynakları, merkeze bildirilen raporlar ve mahallinde tutulan evraklardır. O evrakların başında da, -daha önce kısaca bahsettiğimiz- vali ve garnizon komutanlarının tuttukları rapor- defterler gelir. O belgeler-defterler günümüzde dahi gizlidir ve kamuoyuna/araştırıcılara açılmamaktadır.

 

Yakın tarihimize gelince üç olayın üzerinde durmak gerekir.

 

Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşu, Kuvâ-yi Milliye’nin Kuruluşu ve Atatürk’ün Anadolu’ya geçişi.

 

Teşkilatı Mahsusa 1913’te kurulmuş; 1918’de lav edilmiştir. Toplam süresi 5 yıldır.

 

İyi ama…

 

Beş yıllık süreçte bunca görevi hangi kadro ile nasıl yerine getirebilmiştir?

 

Teşkilatı Mahsusa ve Kuvâ-yi Milliye’nin okulu veya özel bir eğitim sistemi-yeri yoktur. İstanbul’da olsa bile Arabistan çöllerinde veya Azerbaycan’daki bunca yetişmiş insanı nasıl ve nereden bulmuştur? Çok muhtemeldir ki, her şehirde, milli hisleri ve ataklıkları ile tebarüz etmiş bilinen kişiler teşkilata alınmış ve görevlendirilmişlerdir. 1918’de teşkilatın lağvından sonra aynı kişiler bulundukları yerlere göre istihbarat, gizli direniş grupları, Kuvayı Milliye ve/veya düzenli ordu saflarında hizmete devam etmişlerdir.

Başından beri bu yapının bir düzenleyicisi/hazırlayıcısı olması gerekmez mi?

 

1918’de kurulan Kuvayı Milliye iki yıl sonra Tüm Anadolu’ya yayılmış ve 15.000 kişilik güce ulaşmıştır. O dönemde Anadolu’nun nüfusunun 10 milyon kişi olduğu düşünülürse, bu rakamın bu kadar kısa sürede, kendiliğinden oluşması çok zordur. Dahası Halife ve bir kısım din adamı (?) geçinenlerin şiddetli muhalefetlerine rağmen böylesi gelişme ancak bilinçli bir kadronun çalışması ile mümkün olabilir.

 

Atatürk, Anadolu’ya geçtiğinde, Samsun, Amasya, Sivas, Erzurum üzerinden Ankara’ya gelmiştir.

 

O yıllarda Ankara, hiçbir özelliği olmayan sıradan orta halli bir Anadolu kasabasıdır. Atatürk Ankara’yı niçin seçmiştir? Bu soru günümüzde bile hala yeterince sorulup araştırılmamaktadır.

 

Orta Anadolu, Oğuzların Ön Asya’da ilk yerleşim bölgesidir. Selçuklular zamanında Anadolu’ya gelen Oğuz boyları ilk dönemlerinde, Elazığ-Harput-Erzincan- Urfa ve Maraş bölgelerinde iskân ediliyorlardı. Fetihlerle beraber buradan alınan oymaklar yeni fethedilen bölgelere göç ettiriliyordu. Osmanlıların ilk zamanlarında bu merkez, Konya, Karaman,  Kastamonu Çankırı bölgelerine kaydı. Gelen oymaklar önce bu bölgelere yerleştiriliyor; bilahare yeni fethedilen bölgelere sevk ediliyorlardı.

 

Atatürk, milli direnişin merkezi olarak sınırlarını saydığım bu bölgenin tam merkezini seçmiştir. Dahası Ankara, Gazi Dervişân’ın, Horasan Erenleri’nin Anadolu’daki etki sahalarının tam göbeğindedir.

 

Devletin her şeyiyle şeffaf olması mümkün mü?

 

Asla değil. Ama birileri de bir şeyleri anlatıyor.

 

Atsız Hoca’nın “Delikurt”u gerçek bir olaydan esinlenilmiştir. Saraydan dışlanan ve kimliklerini gizleyerek yaşayan Osmanlı şehzadelerinin hikayesidir. Refet Körüklü Amca’nın “Saklıkent”i, Delikurt’un devamıdır. O kitap Türkçü camiada da yeterince okunmamıştır.

 

Rahmetli, bana kitabı gönderdiğinde uzun uzun konuştuk. Kitabın gerçek hikayesini anlattı. Sadece bir şeyi söylemedi: Bahse konu yerleşim yerinin ismini… Israrım üzerine, “bana bu bilgi, kimseye açıklamamak üzere yemin ettirilerek verildi. Sana da söyleyemem” dedi. Küçük ipuçları verdi.

 

Araştırma sürecinde Rahmetli Refet Ağabey’in ismini verdiği kişilerin oğullarına-torunlarına ulaştığımda, onların da hiçbir şey bilmediklerini veya söylemediklerini gördüm.

Uzun lafın kısası, Çelebi Mehmet zamanından beri bir kısım Osmanoğulları, kimliklerini açıklamadan bir yerlerde yaşıyorlar. Kendileri ortaya çıkmıyorlar; bilenler de gizlemeyi tercih ediyorlar.

 

Yüzyıllardır niçin gizlendiklerini düşününce… (Bence doğru yapıyorlar)

 

Devam edeceğiz…

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (1 )

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
C.ÇİL
(09.11.2023 08:43 - #301)
Değerli yazıları okumak beni mutlu ediyor, saygılar.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.