Vizyon Kuyumcu

Nerede Bu Derin Devlet? XVI

Gündem 23.11.2023 - 01:23, Güncelleme: 23.11.2023 - 01:23
 

Nerede Bu Derin Devlet? XVI

Bu yazı dizisinde, konumuz “derin devlet” olduğu için, olayları sosyal ve siyasi açıdan yorumlayacağız. Mezhep-tarikat çekişmeleri ve Maturudî’den Eş’arî’ye kayma çok ciddi mesele olmakla birlikte konumuz dışıdır.

Türk devlet geleneğinde kurultaylarda bulunanları anlatırken, hanedan ailesinin, bilginlerin, boy beylerinin, dinî önderlerin (kamlar, gazi dervişler, alperenler) bulunduklarından bahsetmiştik. İslâmiyetin kabulünden sonra Arap örf ve adetlerinin yanında devlet yapısındaki bazı özellikleri de –olduğu gibi- aldık. Bunun içinde tarih boyunca karekteristiğimiz olan asker-millet vasfımızı dejenere edecek olan kapıkulları (kuloğlanları-gulamlar) ve devşirmeler de bulunmaktadır.   On dördüncü yüzyılda başlayan ve giderek artan bu değişmeler, 17. yüzyıl sonrasında akıncı Türkmenlerin-sipahilerin de kapatılması ile yerlerini doğrudan dönme devşirmelere bırakmış, Türk askeri yapısı giderek bozulmuştur.   Atatürk diyor ki: “Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim.”   Şurası unutulmamalıdır ki, askerlik ve askerler milletimizin gözün özel bir yere sahiptir. Ve bu devleti idare edenler, 1700’den beri orduyu ıslah etmekle (modernize etmekle) uğraşmaktadırlar. İşin ilginç tarafı, askerler de sivillerin yönetiminden memnun olmayıp onları değiştirmek gayretindedirler.   Cumhuriyet döneminde TSK, yapılanma itibarıyla farklı evrelerden geçmiştir. Atatürk ve Mareşal Fevzi Çakmak dönemlerinde, tam bir Türkçü yapılanma içerisine girmiştir. Bu dönemde askerî okullara öğrenci alırken “Türk ırkından olmak” şartı aranmıştır. 11952’de NATO’ya girişimizden sonra, TSK içerisinde NATO subayları olarak anılan yeni bir grup oluşmuştur. 1980’den sonra ise  FETÖ’ye bağlı yeni bir grup daha gündeme gelmiştir. Son olarak, 2010 yılından sonra TSK’nın hukuki yapısında değişikliğe gidilmiş ve geleneksel yapıdan tamamen uzaklaşılmıştır.   Siyasî hayatımızda ise, Osmanlı’dan beri zaman zaman dinî grupların etken olma gayretlerine şahit oluyoruz. Başlangıçta toplumun temel direği konumundaki gazi dervişler-alperenlerle başlayan bu akımlar, önce Bedreddinliler, Fâtih zamanında Hurufîler, 16. yüzyılda Arabistan ve Mısır’dan gelen Eş’arî bilim adamları ve hemen akabinde Kadızadeliler olmak üzere tarih boyunca varlıklarını ve etkilerini sürdürmüşlerdir. Akılcılıktan uzaklaşan; “vahy-nakil ve biat” esaslı dünya-devlet anlayışına sahip bu grupların yetersizlikleri zaman içerisinde ortaya çıkmış ve 1826’da Yeniçeri Ocağının kapatılmasına paralel olarak, devletin yarı resmi tarikatı olan Bektaşîlik de yasaklanmıştır. Cumhuriyet döneminde tüm tarikatlar-tekkeler-zaviyeler kapatılmış ve devlet hayatından dışlanmıştır. (1925)   On ikinci yüzyıldan itibaren, siyasî, sosyal ve ekonomik bir güç haline gelmiş olan tarikatlar için bu durum devlete karşı çıkış sebebi olmuştur. Göstermelik olarak ileri sürülen Atatürk ilkelerine karşı çıkış ve hilafet-İslâm söylemleri, göstermelik kılıftan ibarettir. (Bu arada şunu da vurgulayalım ki: İslâm Âleminde siyasî yönü bulunan hiçbir dinî hareket-akım, ülkelerin kendi iç dinamiklerinden güç alarak eyleme kalkışmamıştır. Hepsi Batı’daki güç odakları ile ilişkilidir.)   Osmanlı’da 18. Asır başlarından itibaren yeniliklere ve ıslahata karşı çıkan dinî gruplar, devlet idaresinden dışlanmışlar ve bu tutum cumhuriyetin ilk döneminde (Atatürk-İnönü) de aynen devam etmiştir. Devlet bürokrasisinde yer alan kişiler de pasifize olmuşlardır. Dolayısıyla şunu söylemek mümkündür. DİNİ grupların devlet tecrübesi yok denecek düzeydedir. Dahası, kendilerini devlet bürokrasisinden uzak tutan Atatürk ve silah arkadaşlarına karşıdırlar. Aynı ekibin Osmanlı hayranlığı ise, sembolik hilafet aşkından ileri gitmez.   1950’den sonra, dini gruplara verilen tavizlerle başlayan ve dış güçler tarafından desteklenen radikal İslâmi siyasi hareket, 2000li yıllara doğru iktidara taşınmış; 2002 seçimlerinden sonra da tek başına iktidar olmuştur.   Onlara göre, artık devlet geleneği ve bürokrasisi ile hesap görme vaktidir. Ancak ne bilgi birikimleri ne de tecrübeleri böylesi bir mücadele için yeterli değildir. Zaten DYP-Refah koalisyonu zamanında yaptıkları acemice hareketlerle, muhalefette veya halk arasında iken söylediklerini yapamayacaklarını anlamışlardır.   Çare? Devlet tecrübesi olan, siyasette ve kamuoyu mühendisliğinde tecrübeli kişi ve kurumlardan destek almaktır. Onu da sınırlarımızın dışında bulmuşlardır.   CIA Türkiye masası eski istasyon şefi Paul Henze’nin mektubu akıl vermiştir: “… Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.”   Gelişmeler, Henze’nin belirttiği şekilde oldu.   Devam edeceğiz.  
Bu yazı dizisinde, konumuz “derin devlet” olduğu için, olayları sosyal ve siyasi açıdan yorumlayacağız. Mezhep-tarikat çekişmeleri ve Maturudî’den Eş’arî’ye kayma çok ciddi mesele olmakla birlikte konumuz dışıdır.

Türk devlet geleneğinde kurultaylarda bulunanları anlatırken, hanedan ailesinin, bilginlerin, boy beylerinin, dinî önderlerin (kamlar, gazi dervişler, alperenler) bulunduklarından bahsetmiştik. İslâmiyetin kabulünden sonra Arap örf ve adetlerinin yanında devlet yapısındaki bazı özellikleri de –olduğu gibi- aldık. Bunun içinde tarih boyunca karekteristiğimiz olan asker-millet vasfımızı dejenere edecek olan kapıkulları (kuloğlanları-gulamlar) ve devşirmeler de bulunmaktadır.

 

On dördüncü yüzyılda başlayan ve giderek artan bu değişmeler, 17. yüzyıl sonrasında akıncı Türkmenlerin-sipahilerin de kapatılması ile yerlerini doğrudan dönme devşirmelere bırakmış, Türk askeri yapısı giderek bozulmuştur.

 

Atatürk diyor ki:

“Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim.”

 

Şurası unutulmamalıdır ki, askerlik ve askerler milletimizin gözün özel bir yere sahiptir. Ve bu devleti idare edenler, 1700’den beri orduyu ıslah etmekle (modernize etmekle) uğraşmaktadırlar. İşin ilginç tarafı, askerler de sivillerin yönetiminden memnun olmayıp onları değiştirmek gayretindedirler.

 

Cumhuriyet döneminde TSK, yapılanma itibarıyla farklı evrelerden geçmiştir. Atatürk ve Mareşal Fevzi Çakmak dönemlerinde, tam bir Türkçü yapılanma içerisine girmiştir. Bu dönemde askerî okullara öğrenci alırken “Türk ırkından olmak” şartı aranmıştır. 11952’de NATO’ya girişimizden sonra, TSK içerisinde NATO subayları olarak anılan yeni bir grup oluşmuştur. 1980’den sonra ise  FETÖ’ye bağlı yeni bir grup daha gündeme gelmiştir. Son olarak, 2010 yılından sonra TSK’nın hukuki yapısında değişikliğe gidilmiş ve geleneksel yapıdan tamamen uzaklaşılmıştır.

 

Siyasî hayatımızda ise, Osmanlı’dan beri zaman zaman dinî grupların etken olma gayretlerine şahit oluyoruz. Başlangıçta toplumun temel direği konumundaki gazi dervişler-alperenlerle başlayan bu akımlar, önce Bedreddinliler, Fâtih zamanında Hurufîler, 16. yüzyılda Arabistan ve Mısır’dan gelen Eş’arî bilim adamları ve hemen akabinde Kadızadeliler olmak üzere tarih boyunca varlıklarını ve etkilerini sürdürmüşlerdir. Akılcılıktan uzaklaşan; “vahy-nakil ve biat” esaslı dünya-devlet anlayışına sahip bu grupların yetersizlikleri zaman içerisinde ortaya çıkmış ve 1826’da Yeniçeri Ocağının kapatılmasına paralel olarak, devletin yarı resmi tarikatı olan Bektaşîlik de yasaklanmıştır. Cumhuriyet döneminde tüm tarikatlar-tekkeler-zaviyeler kapatılmış ve devlet hayatından dışlanmıştır. (1925)

 

On ikinci yüzyıldan itibaren, siyasî, sosyal ve ekonomik bir güç haline gelmiş olan tarikatlar için bu durum devlete karşı çıkış sebebi olmuştur. Göstermelik olarak ileri sürülen Atatürk ilkelerine karşı çıkış ve hilafet-İslâm söylemleri, göstermelik kılıftan ibarettir. (Bu arada şunu da vurgulayalım ki: İslâm Âleminde siyasî yönü bulunan hiçbir dinî hareket-akım, ülkelerin kendi iç dinamiklerinden güç alarak eyleme kalkışmamıştır. Hepsi Batı’daki güç odakları ile ilişkilidir.)

 

Osmanlı’da 18. Asır başlarından itibaren yeniliklere ve ıslahata karşı çıkan dinî gruplar, devlet idaresinden dışlanmışlar ve bu tutum cumhuriyetin ilk döneminde (Atatürk-İnönü) de aynen devam etmiştir. Devlet bürokrasisinde yer alan kişiler de pasifize olmuşlardır. Dolayısıyla şunu söylemek mümkündür. DİNİ grupların devlet tecrübesi yok denecek düzeydedir. Dahası, kendilerini devlet bürokrasisinden uzak tutan Atatürk ve silah arkadaşlarına karşıdırlar. Aynı ekibin Osmanlı hayranlığı ise, sembolik hilafet aşkından ileri gitmez.

 

1950’den sonra, dini gruplara verilen tavizlerle başlayan ve dış güçler tarafından desteklenen radikal İslâmi siyasi hareket, 2000li yıllara doğru iktidara taşınmış; 2002 seçimlerinden sonra da tek başına iktidar olmuştur.

 

Onlara göre, artık devlet geleneği ve bürokrasisi ile hesap görme vaktidir. Ancak ne bilgi birikimleri ne de tecrübeleri böylesi bir mücadele için yeterli değildir. Zaten DYP-Refah koalisyonu zamanında yaptıkları acemice hareketlerle, muhalefette veya halk arasında iken söylediklerini yapamayacaklarını anlamışlardır.

 

Çare? Devlet tecrübesi olan, siyasette ve kamuoyu mühendisliğinde tecrübeli kişi ve kurumlardan destek almaktır. Onu da sınırlarımızın dışında bulmuşlardır.

 

CIA Türkiye masası eski istasyon şefi Paul Henze’nin mektubu akıl vermiştir: “… Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.”

 

Gelişmeler, Henze’nin belirttiği şekilde oldu.

 

Devam edeceğiz.

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (1 )

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
C.ÇİL
(23.11.2023 10:02 - #312)
Bir çok (yazan) yazdıklarının içerisine birazda olsa taraftarlık ruhunu ekliyor, onurlu yazarlar sadece gerçekleri yazmalı, gerçekleri bizlere aktardığınız için çok teşekkür ederim, saygılar.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.